(şarkıyı loopta dinlerken okumanız tavsiye edilir.)
𓆝 𓆟 𓆞 𓆝
"Ne yapayım şimdi, ayrılayım mı?"
"Canın ne yapmak istiyorsa onu." Elimdeki pembeli yeşilli topu ona fırlatıyorum. Yakalıyor, geri bana atmıyor.
"Ayrılmak istemiyorum."
"Ama olacakları tahmin edebiliyorsun. Ayrıl o zaman."
Kai'nin evinde, ev demeye kırk şahit ister, salonda oturuyorken cırt cırtlı raketlerle tenis oynuyoruz. Aklım bir karış havada, ne yapmam gerek bilmiyorum ve Kai ayaklanıyor; anlık sinirle eğimini ayarlayamadığımdan öteki tarafa giden topun kırdığı saksının yanına gidiyor.
Arkasından sızlanıyorum. "Şimdi sırası mı ya? Konuşuyoruz işte acelesi yoktu."
"Gel bak toprak elektiriğini alır, kendine gelirsin."
Ayaklanıp yanına gidiyorum yere oturup toprağı temizliyoruz. Kırık parçalarını ayırıyorum ben, Kai de çiçeğe zarar vermemeye çalışarak alıp başka saksıya yerleştiriyor. Yerde kalan küçük toprak tepeciğiyle oynuyorum. Parmaklarımın arasından geçiriyorum, etrafa yayıp tekrar bir araya toplayıp tepecik haline getiriyorum. Kai de bağdaş kurmuş öylece beni izliyor.
Balkon kapısının önünde öylece yerde oturuyoruz.
"Sevgilimi seviyorum. Ama ona olan hislerimin sevgilime olan hislerime ağır geleceğini ve burada yenilecek olanın ben olacağını çok iyi biliyorum."
"Ne hissediyorsun?"
Kai ile ne zaman baş başa kalsam ve hislerimi ona açsam terapideymişim gibi hissediyorum. Çok profesyonel davranıyor ama sorsanız bir şey bildiği yok. Yine de odasında herkesten gizli psikolojiyle ilgili kitaplar okuduğunu çok iyi biliyorum.
"Onunla nasıl tanıştığımızı hatırlıyor musun?" Duraklıyor, ellerim arasında oynadığım toprağı izliyor. Balkon kapısı kapalı, açık olan pencereden giren bahar rüzgarı mavi saçlarını dağıtıyor ve Kai tanıdığım en güzel insan.
"Pistte ilk yarıştığınız gün mü?" Genişçe gülümsememi sunuyorum, Kai hiçbir şeyi unutmuyor.
"Aynen. O gün onunla yarıştığımda daha önce hiç bu kadar farklı hissetmemiştim. Kimsenin benden iyi kayamadığıyla ilgili ne kadar iddialı olduğumu biliyorsun, o bu iddiamı yıkabilen tek kişi."
"Bundan nefret ediyorsun." Biraz kırgınım ama gülüyorum.
"Evet." Nefretim hırsa dönüşüyor, rekabet arzusu içimi yiyip bitiriyor ve ben de bitiyorum. Kai'ye böyle söyleyemiyorum.
"O da böyle hissediyor mu sence?"
Hayır.
Kai'ye cevabı söylemiyorum, öylece omuz silkiyorum ama o biliyor. Burada bitmedi ve iki gün sonra aynı dertten muzdarip, yine onun salonunda oturacağım. Yine bu konuyu konuşacağız ve ben sevgilimden ayrılacağım.
Kai çoktan ayaklanmış gitmiş; bahar rüzgarı, hızını arttırmış, saçlarımı savururken balkonun önünde oturmaya devam ediyorum. Ellerim arasındaki toprak terlerim yüzünden çamur olup bir yerlere bulaşıyor ama umursamıyorum. Sevgilimi düşünüyorum, bugün hiç konuşmadık. Merak etmiştir ama yazmaya mecalim yok, oturduğum yerde bacaklarım uyuştu ama rahatım, mayıştım. Kalkmak istemiyorum.
Kai mutfaktan sesleniyor sonra kalk artık üşüteceksin, diye. Öylece ellerimi silkeleyip kalkıyorum. Banyoda ellerimi yıkarken aynaya bakıyorum zombi gibiyim, betim benzim atmış, gözaltlarım morarmış. Şimdiden hasta olmuşum; düşünmekten.
Mutfağa gidiyorum. Çay eşliğinde biraz da orada oturup konuşuyoruz. Kai'nin dinlemesi yetmiyor mutfak duvarlarını da alet ediyorum gereksiz düşüncelerime. Salon zaten alışmış, çürümüş de başımıza yıkılacak.
Kai en yakın arkadaşım. Can dostum, kan kardeşim. İlk tanıştığımız gün aramızda iki yaş var, ben senden büyüğüm, diye oyun parkında peşine takmıştı beni. Liseye geçeceğim zaman seninle aynı liseyi kazandım, diye yanına sevinçle koştuğumda söylemişti aynı yaşta olduğumuzu. İlkokul sona gidiyordum ilk tanıştığımızda, bacak kadar çocuğum nereden anlayayım iki yaşın farkını.
O gün bana yalan söylediğini öğrendiğimde bir hafta trip atmıştım, dün gibi hatırlıyorum. Ama öyle inandırıcı görmeniz lazım. Fizik, kimya, biyoloji anlatıyor her gün. Okulda öğrendiğinden değil çok okuduğundanmış. Onun sayesinde daha o zamanlardan, yedinci sınıf, en sevdiğim ders kimya. Büyüyünce kimya mühendisi olacağım, diye geziyorum. Tabii şimdi öyle bir hevesim kalmadı.
Neden yalan söylediğini sorunca söylemiyor, hala daha söylemedi ama merak etmiyorum artık. Bir hafta boyunca her gün başka bir film hediye ediyor kaset koleksiyonundan.O yaz her üzüldüğümde, gerçeklikten kaçasım geldiğinde döndürüp dolaştırıp o yedi filmi izliyorum. Öylece affediyorum. Ben affedince kaset hediyeleri de kesiliyor ama ses etmiyorum. Kaset hediye ettiği ilk ve tek kişiyim. O yaz oyunlarımıza dahil olan her çocuğa bununla hava atıyorum.
Ona da atmıştım.
Küllüğün içindeki izmaritlerin sayısı haddini aşınca ben artık kalkayım, diyorum. Kafa sallıyor. Gitmeden balkon kapısının önündeki toprak tepeceğini temizlemeyi unutmuyorum. Kapı pervazına yaslanmış sessizce yaptıklarımı izliyor. Bir sıkıntısı var ama söylemiyor; ağırlığı tüm evi sarmış, bana da geçiyor. Kapıdan çıkmadan önce sarıldığımız sırada bir sorun varsa bana anlatabilirsin gibi şeyler zırvalıyorum, teşekkür ediyor.
"Yarın görüşürüz Kai-ah."
"Yarın görüşürüz Beomgyu-ah."
𓆝 𓆟 𓆞 𓆝
bu fic için gerçekten çok heyecanlıyım :(( umarım siz de seversiniz ve keyif alırsınız.
ilk bölüm olduğundan biraz kısa ve karışık gelmiş olabilir ama ilerleyen bölümlerde daha açıklayıcı bir şekilde yazacağım.
kendinize iyi bakın ve bol bol su içmeyi unutmayın!!! sizi seviyorum<33