Bölüm 2

30 11 3
                                    


Saat gecenin 1'i olduğunda Frederick çoktan nöbet yerine gelmiş, soğuk ve ürpertici karanlığın ortasında sabaha kadar sürecek nöbetini tutmaya başlamıştı. Derin bir nefes çekti ciğerlerine. Bomboş arazide karanlığın içinde kaybolmuş, beyaz karların üstünde gezegende kalmış tek kişi gibi öylece dikiliyordu. Yanında birkaç ay önceki siper savaşlarından kalma siperler duruyor olsa da artık onların içinde saklanmak için bir sebep yoktu görünürde. Kum çuvalları, derince kazılmış çukurlar, gözetleme kuleleri... Hepsi birkaç ay öncesine göre çok daha az önemli görünüyordu artık.

Tam dünyadaki tek varlık olacağına tamamen ikna olacaktı ki karanlığın içinden bir yürüyüş sesi duydu Frederick. Artık içine işleyen askerlik içgüdüleriyle hemen tüfeğine yapıştı ve nişan alabileceği bir karaltı görmek umuduyla karanlığı taramaya başladı. Nefes almaya bile ara verdi bu süre boyunca.

Nöbet noktasından birkaç adım ileriye gidip hafifçe yüksek bir tepenin üstünde kendini yere bıraktı Frederick. Gelen her ne ise onu fark etmediği kesindi. Hala aynı ritimde yürümeye devam ediyor, giderek yaklaşıyordu. Derin bir nefes alıp yine bir süre onu içinde tutarak ufku taramaya devam etti.

Karların içinden gelen ses bir süre sonra kesilmişti ama Frederick karanlığın görünmeyen ufkunda bir şeylerin hareket ettiğine hala emindi. Ayağa kalktı ve sessizce sesin geldiğini düşündüğü yere doğru ilerlemeye başladı. Karanlık gök altında derin denizleri keşfetmeye inmiş bir dalgıç gibi hissediyordu kendini. Karşısına ne çıkabileceğiyle ilgili en ufak bir fikri bile yoktu. Bir hayvandı belki. Belki sadece rüzgârın ve ağaçların sesiydi. Belki de...

Bir düşman askeri...

Tüfeğini biraz daha sıktı artık sesin geldiği yere iyice yaklaştığında. Bir düşman askeri bu cephe hattında ne yapıyor olabilirdi ki? "Sızma veya gözetleme mi? Ama savaş bitmek üzere. Neden bunu yapsınlar ki?" diye geçirdi içinden. Gün içinde Alman ve Rus askerlerinin birlikte dolaştıklarına ve şakalaştıklarına bile şahit olmuştu. Hatta babası bile bu durumdan yakınmıştı. "Aptal köylü çocukları işte!" demişti General Holfman. "Müzakereler başladığından beri Ruslarla arkadaş oldular sanki!"

Gözlerini hızla açıp kapattı Frederick. Zihnini biraz daha berraklaştırmaya çalışıyordu. Dikkatli ve itidalli davranmak zorundaydı. Dahası bu sesin kaynağı bir düşman askeri ise ne yapacaktı ki? Barış görüşmeleri sürerken bunu kesintiye uğratıp yeniden çatışmaları başlatan asker olmak isteyeceği en son şey olurdu.

Yaklaşık üç dakika sonra kulağına yeni bir ses dolmaya başladı. Öncekinin aksine karda yürüyen bir şeylerin çıkartacağı türden bir ses değildi bu. Bir hışırtı ve... Biraz daha kulak kabarttı sese. Doğru duyuyordu işte. Bir hışırtı ve bir insanın fısıldamalarıydı bariz bir şekilde kulağına gelen. Rusça bir fısıldama.

İyice meraklanan Frederick adımlarını da biraz daha hızlandırmıştı. İlk başta bir kişi ile karşı karşıya olduğunu düşünmüştü ama şimdi bu fısıldamalar aklını iyice karıştırmaya yetmişti. "En az iki kişi olmalılar" diye geçirdi içinden. Zira ses birisine bir şeyler anlatıyor gibiydi kesinlikle. Parmağı tetiğin tam üstündeydi şimdi. Onu sıkmayı hiç istemese de bunu yapmak zorundaydı. Babasının ya da Kaiser'in idealleri için değil, silah arkadaşlarının hayatını korumak için bu Rus faresini alt etmesi gerekiyorsa alt edecekti.

Sese iyice yaklaştığında tetiğin üstündeki parmağı o farkında olmadan gevşemeye başladı. Bir yanlışlık vardı ve askerlikle yoğrulmuş ruhu bunu Frederick fark etmeden fark etmiş olmalıydı. Fısıltı hiç de askeri direktifler veren veya planlar yapan bir askerin sesine benzemiyordu. Daha çok...

Daha çok...

Daha çok şefkat ve merhametle dolu titrek bir sesti bu. Frederick artık daha fazla düşünmesine gerek kalmayacak kadar yaklaşmıştı karaltının olduğu yere. Muhtemelen onun geldiğini gecenin koynundaki gizli tehlike de hissetmiş olacak ki şimdi fısıldamaları da tamamen kesilmişti.

"Kim var orda!? Kaldır ellerini!!"

Aralarında yaklaşık 3 metre kaldığında böyle bağırmıştı Frederick.

"Sessiz ol!" dedi gölgelerdeki ses Rus aksanlı bir Almancayla. "Korkuttun onları!"

Frederick "Kaldır ellerini dedim!" diye daha güçlü bir sesle haykırdı bu sefer. "Alman taklidi yapmana gerek yok. Arkadaşınla Rusça konuştuğunu duydum! Kaldır ellerini!"

Karşısındaki asker hiç de Frederick'ten korkmuş gibi değildi. Karanlığın içinde bir taşmış gibi öylece bekledi bir süre. Frederick ile arasında artık sadece bir kol mesafesi kalmıştı. Tüm karanlığa rağmen şimdi gözler tüm ayrıntıları seçebiliyordu neyse ki. Bir Rus askeriydi bu. Ve neden sonra usulca ellerini başına koyup ayağa kalkmaya başladı yüzünü Frederick'e dönerek.

En fazla 20 yaşında gibi görünen, beyaz yüzü soğuktan kırmızıya dönmüş, zayıf ama hastalıklı değil hala çocuksu ifadesini korumasına yardımcı olan bir çehre vardı Frederick'in karşısında. Gözlerinin mavi rengi gecenin tek ışığı olan yıldızlar gibi parlıyordu adeta. Kesinlikle bir casus veya saldırı timinin üyesi olmadığı her halinden belliydi.

Bir süre karşısındaki bu yüzün masumiyetine dalmış olacak ki öylece onu seyretti Frederick. Savaşın vahşeti içinde böyle güzel bir yüz görmeyeli o kadar uzun olmuştu ki bir an dünyanın tüm çirkinliklerine rağmen aslında bir o kadar da harika ve güzel şeyler sakladığını bir kez daha idrak ediyordu adeta. Karşısında duran "şey" tek kelimeyle birden insanın parmağına konup sonra da uçup giden mavi bir kelebek gibiydi.

Güzel, büyüleyici, kırılgan ve ani.

Başını hızla sağa sola salladı Frederick. Yorgunluktan olmalı diye düşündü kendine yabancı hissettiği şeyler zihninden geçerken. Tüfeğini yere indirmeye hazırlanıyordu ki birden bir ses daha doldu ikisinin de kulaklarına.

Bu ıssız ormanda yalnız değillerdi!

Rus askerin arkasında 4 şey daha vardı.

*

*

*

4 küçük kızıl tilki yavrusu.


Kar ve AteşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin