Gün yeniden geceye kavuşup Frederick nöbet yerine doğru ilerlerken arkasından bakan Teğmen Rosenberg tam anlamıyla tatmin olmuş görünüyordu. Frederick'in şaşkınlıkla gözlerini açıp onun yüzüne anlamsız bir ifadeyle bakakalması ve hiç sorgulamadan hazırlanıp nöbet yerine doğru yola koyulması Rosenberg için bugün yaşadığı en büyük keyiflerden biriydi. "Sadece bu gece değil!" diye mırıldandı Frederick'in arkasından. "Gerçek bir Alman olana kadar eğitileceksin asker!"
Frederick ise arkasından bakan teğmenin düşüncelerini tahmin edebiliyordu aslında. Sevincini öylesine saklamaya çalışmıştı ki yüzünün renkten renge girdiğini gören Rosenberg muhtemelen bu külfet karşısında ne kadar da sinirlendiğini düşünmüştü.
Biraz daha ilerleyip gece nöbet tuttuğu siperlere yaklaştığında birden neden bu kadar sevindiğini düşünürken buldu kendini. Tilkileri o kadar seviyor muydu sahiden. Yoksa... Biraz daha düşününce sabah Ruslarla yapılan maç geldi aklına. Orada nasıl meraklı gözlerle Yuri'yi aramıştı. "İyi birine benziyor!" diye mırıldandı belli belirsiz. "Kanım ondan kaynamış olmalı."
Aslında daha bir gün önce tanıştığı bir düşman askerini yeniden göreceği için bu kadar istek ve neşe duyması çok daha fazla garip geliyordu ona ama bu konuyu üstünde sonra düşünülecek şeyler olarak ertelemişti adeta. Yabancı olduğu bir şeyi ilk günden tanımasına imkân yoktu.
Sonunda dün nöbet tuttuğu alana vardığında saatine baktı ilk önce. Gece yarısını geçmek üzereydi. İçine yayılan neşe giderek daha da artıyor yüzündeki tebessüm giderek daha da yayvan bir hale geliyordu.
Dün nöbet tutarken korku, tiksinti, öfke ve bıkkınlık hisleri hâkimdi ruhuna. Bugün ise tam tersiydi sanki. Oysa nöbet yeri tam olarak bir gün önce nasılsa şimdi de öyle görünüyordu. Karların içinde kargacık burgacık şekillere bürünmüş nöbet kulübeleri, siperler, içinde yüzlerce insanın öldüğü belki hala bazılarının kemik parçalarının kaldığı çukurlar... Buna rağmen, cehennemden ödünç alınıp dünyaya getirilmiş gibi duran bu yerde cennetten koparılıp gelmiş bir gül vardı sanki. Yerini sadece Frederick'in bildiği bir gül. Hiç vakit kaybetmeden görmek için sabırsızlandığı bir gül.
Karanlık içinde yönünü tam tayin edemese de aklında kaldığı kadarıyla tilkilerin yuvalarının olduğu yöne doğru ilerlerken birden kulağına bir ses ilişti. Bahar aylarında dağların yamaçlarından doğup toprağa yeşillikler ve hayat bağışlayan küçük gözelerin akışı gibi nazik ve huzur dolu bir ses.
Yuri'nin sesi.
Bir şarkı söylüyordu Yuri olabilecek en sakin tonuyla. Frederick bunu anlar anlamaz olduğu yerde durdu ilk önce. Sesin berraklığı ve gecenin ıssızlığı o kadar muhteşem bir uyum içindeydi ki onun yerinde babası General Holfman bile olsa durup bu huzurlu sesin tadını çıkartırdı.
Eski bir kuzey şarkısıydı bu ve Yuri kusursuz bir Almancayla söylüyordu mısraları. Biraz daha yaklaştı Frederick ve biraz daha. Yuri onun varlığını hissederse bu cennetten gelen melodiler kesintiye uğrar diye adımlarını bir kez daha durdurdu Frederick. Kendisinin de ezbere bildiği bir şarkıydı bu. Dudakları hafifçe açılıp kapanarak Yuri'ye eşlik etse de tek bir hece çıkarmamaya özen gösteriyordu. Şarkının sonu şimdiden yüreğini burksa da büyük bir sükûnet ve sessizlik içinde onu dinlemeye devam etti. Yuri eski şarkılar söyleyip lir çalan melekler gibi görünüyordu karanlığın hüküm sürdüğü o meydanda.
Şafak vaktindeydi, güneş doğmadan önce
Kuşlar şarkılarına henüz başlamamışlardı
Dağ trolü yakışıklı askere evlenme teklif etti
Sahte ve garip bir dili vardı
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kar ve Ateş
Historical FictionSavaş dünyanın en saçma icadıydı. İnsan huzur içinde yaşamanın büyüsünü bozmaya o kadar meraklıydı ki her çağda savaşacak bir şeytan bulmayı başardı kendine. O şeytanın aslında kendi içinde de olduğunu unutarak. O şeytanın aslında sahte olduğunu unu...