Bölüm 3

28 10 8
                                    


Gözlerini kısıp tilkilere biraz daha yakından bakmak için eğilen Frederick "Bu tilkiler de ne?" diye Rus askerin yüzüne bile bakmadan fısıldarcasına sordu. Zavallı hayvanlar soğuktan dolayı birbirlerine iyice sokulmuş önlerine bırakılan ekmekleri kemirmeye çalışıyorlardı.

"Onlar..." dedi genç asker "Bir hafta önce dişi bir tilki ölüsünün yanında bulmuştum. Ben olmasam çoktan ölüp giderlerdi sanırım."

"Nasıl yani?" dedi Frederick. "Bir aydır bu karları tepe tepe gelip onlara yiyecek mi getiriyorsun?"

"Yanımda götüremezdim!" diye karşılık verdi genç asker. Konuşurken soğuk yüzünden ağzından çıkan buharlar yüzünü hafif bir sisin arkasında bırakıyordu zaman zaman. "Yuvalarından çıkarttığım anda kaçıp yine bu ağacın kovuğundaki yuvalarına geliyorlar. Ben de onları burada beslemeye devam ettim!"

"Ellerini indirebilirsin!"

Frederick'in bu emriyle ellerini yavaşça indiren Rus asker şefkat pırıltıları ile yanan gözlerini Frederick'in gözlerine sabitlemiş öylece bakıyordu şimdi. Cepheye yeni geldiği her halinden belliydi aslında. Tek bir ölüm görmediğini bile söyleyebilirdi hatta Frederick onun. Bu saf ve çocuksu bakışları yıllardır çok kez görmüştü karşısında. Ve ne yazık ki hiçbiri çok da uzun ömürlü olamamıştı. Lakin bu askerde farklı bir şey daha vardı sanki. Bir an karşısındaki askerin dudaklarına odaklandı elinde olmadan. O kadar güzel görünüyorlardı ki Frederick kendini Berlin'de teni gençlik ve heyecan kokan genç bir kızın karşısındaymış gibi hissetti. Bu kadar kırmızı dudaklar ancak abartılı makyajlar altında görünmüştü onun gözüne. Şimdi ise, cephenin ortasında, dişleri sızlatan bir soğuğun içinde bir düşman askerinin dudaklarının bu kadar güzel ve masum görünebileceğini hiç tahmin edemezdi. Daha önce hiç hissetmediği ve asla tarif edemeyeceği bir his dolduruyordu yüreğini. Fazlasıyla yabancısı olduğu bir his.

"Süt ve ekmek... Bu gün biraz süt ve ekmek getirmiştim işte!"

Rus asker bir kez daha konuşmaya başladığında Frederick yine kafasını sağa sola sallayıp daldığı yabancı hayallerden sıyırdı kendini. Sonra tilkilere çevirdi yüzünü. Zavallı tilki yavruları önlerine ufalanmış ekmeği öylesine iştahla ve hızla yiyorlardı ki onların bu görüntüsü en sert kalplerin bile yumuşamasına neden olurdu. Sonra duyduğu o fısıltılar geldi Frederick'in aklına. "O zaman öyle fısıltılarla konuşurken sen..." diye soracak gibi oldu ama cümlesini bitirmesine fırsat vermeden Rus asker sözünü kesip konuşmaya başladı.

"Yavrularla konuşuyordum." dedi ilk olarak. "Şunlara baksana. Ne kadar sevimliler."

Bunun üzerine Frederick biraz daha eğilip iyice yaklaştı tilkilere. En sonunda dizlerinin üstüne çöktü ve yüzünde neredeyse ahmakça denebilecek bir tebessümle onları izlemeye devam etti. Sahiden de korunmasız ve o kadar ürkek duruyorlardı. Ve insan sahiden de bir çocuğu teselli eder gibi onlarla konuşarak yüreklerini ferahlatmak istiyordu.

Frederick'in yanına biraz yaklaşıp onunla beraber diz çöken Rus asker ise az önceki cümlelerini tekrarladı en baştaki fısıltılı sesiyle.

"Şunlara baksana. Ne kadar sevimliler."

Frederick omuzlarından midesine doğru yayılan garip bir ürperti hissetti. Kalbi daha hızlı mı atıyordu yoksa nefesi mi sıklaştı anlayamadı. Karların üstünde yürümek yormuş olmalıydı belki de. İçini tarifi imkânsız bir huzur kaplamıştı.

"Adım Yuri." dedi genç Rus asker bir elini Frederick'e uzatarak. "Cepheye yeni geldim. Senin ismin ne?"

Boynunu hafifçe ona çevirip elini sıkan Frederick bir an dudaklarından "Frede..." hecelerini kaçırsa da hemen "Sebastian!" diye düzeltti. "Adım Sebastian Schmit"

"Anlıyorum Fred - Sebastian" dedi Yuri hafif bir tebessümle. "Sence barış anlaşması ne zaman imzalanır. Aylardır görüşmeler sürüyormuş."

Yuri'den gelen bu beklenmedik soru karşısında bir an kaşları çatıldı Frederick'in. Barış görüşmeleri sahiden de biraz fazla uzamıştı ve çoktan imzalanmış olması gerekirdi aslında. "Yakında olacaktır." dedi tereddütlü bir sesle. "Birkaç hafta içinde tüm bu tiyatro bir son bulacaktır umarım."

Birkaç dakikalık bir sessizlik oldu sonra. İkisi de arada bir tilkileri okşuyor onların sevimli hallerine gülümsüyorlardı. "Sanırım şanslıyım." diyerek bu sessizliğe bir son verdi Yuri. "Hiç çatışma görmedim ve cephedekiler de bir daha olmayacağını söylüyorlar. Üstelik herkes Almanların ne kadar vahşi ve acımasız olduğundan bahsediyordu St. Petersburg'da. Oysa karşıma çıkan ilk Almanla sevimli tilki yavruları besliyorum."

Bu sözünden sonra küçük bir kahkaha çıktı Yuri'nin dudaklarından. Öyle neşe dolu ve heyecan verici bir kahkahaydı ki bu Frederick de katılmadan edemedi. "Bir Rus askeriyle tilki beslediğimi babam duysa beni evlatlıktan reddederdi muhtemelen" dedi sonra. Sesine biraz hüzün eklense de bu üzüntüden değil babasının yüzünü yeniden hatırlamış olduğu içindi sadece. "Şu barış bir an önce imzalansa da herkes yeniden evlerine dönse" diye konuşmaya devam etti sonra. "Hiç savaş görmediysen inan bana çok şanslısın" dedi. "Bu gördüğün tilkiler de öyle. Yoksa top atışları altında bir gece bile dayanamazlardı."

"Muhtemelen ben de!" diye karşılık verdi Yuri. "Ben de dayanamazdım sanırım. Oldum olası nefret ederdim böyle şeylerden." Üzerindeki üniforma ve omzunda asılı duran tüfeğini işaret etti hızlıca. "Annemin de benim de tek hayalimiz müzik öğretmeni olmamdı. Ama bu savaş... Ve şu devrim. Müzik okulum kapatıldı ve işte ben de buradayım şimdi."

"Demek... Demek bir sanatçısın?" Frederick dikkatini tilkilerden tamamen Yuri'ye çevirmişti. Usulca ayağa kalktı ve tam karşılarındaki kayalıklara doğru yürüyüp üstüne oturdu. Yuri'ye de yanına gelmesi için işaret verdi sonra. Cebinden çıkardığı sigarayı yakarken bir tane de Yuri'ye uzattı.

Tilkileri ürkütmemek için usul adımlarla Frederick'in yanına giden Yuri küçük kayanın üstüne biraz da sıkışık bir şekilde oturdu. İki düşman asker gecenin karanlığında adeta omuz omuza vermişlerdi. Frederick'in sigara tutan elini geri iten Yuri "Sesim için hiç kullanmaya başlamadım" dedi hafif utangaç bir tonla. "Annem de özellikle tembih etti. Sigara içmemem konusunda."

"Ahh..." dedi Frederick "Doğru ya. Müzik öğretmeni olmak istiyorsun ve sesin de güzel olmalı. Bir ara dinlemek isterim aslında."

"Aslında biraz utangacımdır." Yuri'nin yanakları bu sefer soğuktan değil kalbinde yükselen heyecan yüzünden kızarmıştı. "Belki başka bir zaman."

Sigarasından bir nefes çeken Frederick bir süre gökyüzünü izledi. Yuri ise ellerini önünde bağlamış tilkilerine bakıyordu hala. İkisi de birbirlerinin zihninden akıp duran düşünceleri tahmin bile edemezlerdi ama ortak bir sessizlik genelde hep ortak duygulardan ileri gelirdi ne de olsa.

Neden bu kadar huzurluyum diye soruyordu kendi kendine Frederick. Anlam veremediği bir huzur ve hatta neşe vardı içinde. Yuri'nin omzuna değen omuzları tüm bedenine garip bir enerji aşılıyordu sanki. Derin derin çekti sigarasını ve bulamayacağı cevabı aradı yıldızlara bakarken.

Yuri ise ilk defa kendini güvende hissetmişti. O da tıpkı Frederick gibi buna neyin sebep olduğunu bilmiyor olsa da çözmeye de çalışmıyordu nedense. Anın içinde sadece o an varolacakmış gibi tilkilerine bakıyordu hala.

Uzaklardan bir kurt uluması yükseldiğinde zavallı tilki yavruları hemen kovuklarına koştular. Ses Yuri ve Frederick'i de daldıkları hayallerden uyandırmış ufka doğru göz gezdirmelerine neden olmuştu.

"Benim artık gitmem lazım" dedi Yuri ayağa kalkıp tüfeğini sağ omzundan sola alırken. "Size iyi nöbetler dilerim!"

"Ben de nöbet yerime dönsem iyi olacak!" dedi Frederick de. "Kendine dikkat et!" diye devam etti sonra. "Ve buradan geçerken dikkatli ol. Alman bölgesine çok yakın burası."

Derin bir nefes alıp iç geçirirken "Doğru!" dedi sadece Yuri. Alman bölgesine çok yakın. Ama en azından hepsinin canavar olmadığını biliyorum artık!" ve siperleri aşıp Rus karargâhının olduğu yöne doğru giderek karanlıkta kayboldu usul usul.

Kurt hala ulumasına devam ediyordu.

Uzaklarda bir istasyon ise haddinden fazla kalabalıktı o gece. Onlarca top mermisi ve yeni silahlar General Holfman'a teslim edilmek üzere yola çıkmıştı.

Ve belki de kurt kanın kokusunu almaya şimdiden başlamıştı.

Kar ve AteşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin