treize*

10 2 0
                                    

///

Dağılmış görünüyordu.

Onu engelleyip hiçliğe karışmamın üstünden bir gün geçmişti. Öyle afallamış ve kendime güvenememiştim ki onu engellemeyi seçmiştim. İkna olup önüne atlamam an meselesiydi ama bunu yaparsam nasıl bir tepki vereceğini kestiremediğim için iletişimi bütünüyle kesip atacak kadar gözüm kararmıştı. Plansızdım, aptaldım, acemiydim ve en önemlisi; sırılsıklam aşıktım.

Tıpkı söylediğim gibi, kimsenin en derinlerini bilerek başlamazdık bu hisse. Taehyung'da farklı bir şeyler hissetmiş ve ondan hoşlanmıştım. Taehyung da benden hoşlanmıştı, beni tanımak için çabalamıştı fakat bunu yaparken ruhumu incitmişti. Karşılık aldığım hislerin beni kırması şaka gibi bir durumdu ama gururuma dokunmuştu.

Sonra adını bilmediği bir yabancı olan çocuğu, yani beni, tanımadığı ve onu anlamayacağını düşündüğü için boşverip bana yazmıştı. Kendimi Dövüş Kulübü'nün baş karakteri gibi hissediyordum. Durgunluğumu fark eden Hoseok ve Yoongi'ye durumun tamamını anlatsam saatlerce dalga geçerlerdi. Belki ben de şakaya vurmalı ve burada kalan sayılı günlerimi de bir daha onu görmeyeceğim gerçeğini benimseyerek geçirmeliydim. Fakat becerememiştim.

Sebepsiz bir şekilde mesken bellediğimiz gece kulübünde onu göremeyince kuzenimi ve en yakın arkadaşımı bırakıp kumsala gelmiştim. Burada olacağını hissetmiştim ve hislerimde yanılmamıştım. Haberdar olmadığımız kumsal eğlencelerinden biri vardı bugün. Çember halinde oturan, sohbet edip gülüşen insanların arasındaydı ve ortamdan kopuk, dağılmış görünüyordu. Bir süredir görmediğim ama arkadaşları olduğunu bildiğim iki oğlan da yanındaydı. Ara sıra telefonunu yokladığını ve bazen de kalabalığı incelediğini fark ettiğimde midemde kasılmalar hissettim.

Ayaklarım kumların üzerinde bir ileri bir geri gidiyordu. Yanına gidersem ne diyeceğimi bilmiyordum. İyi bir oyuncu olsam bile en az onun kadar dağılmış olduğumu gizleyememe telaşı vardı içimde. Her şeyin böylece bitmesini kabullenemeyeceğim için önüme attığı cesaret kırıntılarını takip etmeyi seçtim.

"Selam." Kalabalığa ilettiğim kelime birkaç yanıt alırken boş bulduğum yere oturdum. Göz göze geldiğimizde bir şaşkınlık dalgası geçip gitti gözlerinden. Gülümseyerek sessiz bir selam ilettim ona da. Geri gülümsemiş fakat gülüşü saniyeler içinde solup gitmişti. Başını önüne eğerek bir süre daha telefonu ile oyalandı. Mesajlarımıza bakıp bakmadığını merak ediyordum.

Çoğunluk için çözmesi zor biriydi. Hem dünyanın en bencil, çapkın ve vurdumduymaz insanı gibi davranıyordu hem de içine sızmayı arzuladığım derin bir tarafı vardı. Bana etrafıma ördüğüm duvarları anımsatıyordu. Savunma mekanizmamızın benzerliği belki de onu bir kitap gibi okuyabilmemin kritik sebebiydi.

Meyve şaraplarının pet bardaklarla paylaşıldığı eğlencede biri aniden boş bir şarap şişesini havaya kaldırarak "Doğruluk mu cesaretlilik mi?" diye bağırdığında herkesten onaylayan tezahüratlar yükselmeye başladı. Çemberin ortasındaki kumların üzerine şişenin dönebilmesi için bir zemin oluşturuldu ve oyunun ilk kurbanları oynamaya başladı.

Ortamda olduğumu unutarak ahududulu şarabımı yudumluyor ve milletin kirli çamaşırlarının ortaya dökülüşünü izliyordum. Doğruluğu seçen bir kız kalabalık arasında en çekici bulduğu kişiyi söylemek zorunda kalmıştı ve bu kişi ona soruyu yönlendiren kızdan başkası değildi örneğin. Cesaretliliği seçen bir oğlan şişenin diğer ucundaki kızın gazabına uğrayarak denize atlamak zorunda kalmıştı. Öp, öldür, evlen oyununda öldürülen James Dean olmuştu.

Ara sıra Taehyung ile göz göze geliyorduk. Gözlerindeki koyu karmaşa beni ortamdan bütünüyle koparıyordu. Belimdeki ellerini ve sıcak tenini düşünüyordum. Sigarasını tüttürüşünü, direğin üzerindeki çekici dansını, ilk günden beri beni arayan meraklı bakışlarını, ölümü unutturan ve içimi ateşe veren gülüşünü düşünüyordum. Ses tonunun derinliğini, tane tane konuşarak ruhumda zelzeleler yaratan ilahi ağzını düşünüyordum.

Şezlongunun üzerinde bir heykel gibi uzanırken korku romanları okuyuşunu, bu esnada çatılan kaşlarını, rüzgarla sevişen kestane saçlarını ve her dilini değdirdiğinde pembeliği tazelenen dudaklarını düşünüyordum. Düşlüyordum. Ona özgürce yaklaşabilmeyi, her şeyi anlatmayı, kolları arasında olmayı ve ismimle seslenmesini düşlüyordum.

Birkaç tur sonrasında şişenin iki ucu Taehyung ile beni işaret ettiğinde ağzımdaki şarabı püskürtmemek için dudaklarımı sımsıkı kenetlemek zorunda kaldım. O da en az benim kadar beklemiyor olacaktı ki kaşları belli belirsiz havalandı. Soran kişi oydu.

"Doğruluk mu cesaretlilik mi?"

Hayatım boyunca pek cesur biri olmamıştım. Daha doğrusu olamamıştım. Kendime anonimden Taehyung'a yazmak gibi sentetik cesaret belirtileri yaratıp role girmek haricinde içimde cesarete dair bir şeyler filizlenmemişti hiç. Kimseyi sevmemiştim örneğin çünkü sevmek cesurlara mahsustu. Kimseyi duvarlarımdan içeri almamıştım çünkü yaşanması olası senaryolara göğüs gerecek bir cesaretim yoktu.

O direk dansını yapmam haricinde cesurca olarak adlandırabileceğim hiçbir yanım yoktu ve tam da bu yüzden cesaretliliği seçmek istiyordum. Yarından sonraki gün son bulacak olan tatil maceramın son demlerinde bunu yaparak kime neyi kanıtlayabilirim bilmiyordum ama buna ihtiyacım vardı.

"Cesaretlilik."

Kalabalık bize ciddiyetimize karşılık olarak dikkat kesilmişti. Herkes Taehyung'un nasıl bir direktif sunacağını merak ediyor olmalıydı. Sor ve kurtul, dedim içimden. Telepati yapabilmeyi umuyordum. Sor ve kurtulalım.

"Bana ismini söyle."

\\\


tangerine, taeggukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin