dünya - ufkun ötesinde
göğsümde fitili ateşlenmiş deli bir fişeğin sesi, zihnimde konuşan şımarık çocuğun sesini bastırıyor. ses cızırtılı, anteni içimde oynatarak kendi frekansımı yakalamaya çalışıyorum ama buğulu bir çift göz kapatıyor önümü. alevler fitilin sonuna gelmiş, baruta kavuştuğunda göğe yükselip çiçek açmayı bekliyor.
ateşle barutun savaşı, bambaşka pencerelerden bakınca havaifişek gösterisiymiş gibi gözüküyor. savaş çanları, rüzgar çanlarının seslerine karışıyor.
doğmak bir savaştır, yaşamak ise bambaşka bir savaş. peki, bu neyin savaşı? düşmanı kendim olmayan hiçbir savaşa katılmamış yeni yetme bir askerim ben. silahımı kime doğrultacağım, kimi vuracağım göğsünün orta yerinden? oysa şimdi, benim gövdemde açılmış bir karadelik, kurşunun nefesi dudaklarımda, göğsüme bile değmedi, nasıl olur? bir nefer için en acısız ölüm bir nefesin sıcaklığı mıdır? afallatıyor beni düşmanın merhameti. daha önce hiçbir kurşun bu kadar acısız delip geçmemişti içimi.
belki birkaç saniye. düşmanımın teni tenime karışmış ve bütün topraklarım işgal edilmiş. onu itmeye bile fırsat bulamıyorum. birkaç saniye süren bir muharabede ben, doğu cephesinde kendimi kendi silahımla vurulmuş bir halde buluyorum. düşman geri çekiliyor sonra ama tenindeki barut kokusunu alabileceğim kadar yakın hâlâ. kan ağlayan yüzüme bakıyor. bir çizgi filmde olsak gözlerimin önünde yıldızlar uçuşuyor olurdu, o kadar kendimden geçmişim sanki. zaman durmamış, daha da hızlanmış ve ben yıllarca yaşlansam da hâlâ bir çocuğun bedeninde sıkışıp kalmışım. hiç büyüyemeyecekmişim.
bir adım uzağımdaki düşman topraklarına bakıyorum. sanki tehdit edilen kendi vatanıymış gibi bakıyor gözlerime. öyle değil mi zaten? sınırını geçip onun topraklarında yalınayak dans eden ben değil miydim? şimdi de bir mayına basıp da parçalandım diye kan ağlıyorum.
yine de teslim olmayı yediremiyorum gururuma. birbirimizi daha fazla yaralamamak adına sessizlik anlaşması imzalamışız gibi davranıyor komutan oyunbozan. bakışları yarattığı enkazdan köşe bucak kaçıyor. yumrukları sımsıkı ama sanki bu defa önce ben saldırsam karşılık verecekmiş gibi değil. içimdeki yangın sönsün diye kendi topraklarını atacak üstüne.
pişmanlık niye? beni öpmeden önce böyle olacağını hiç düşünmemiş mi? öpmeden önce... öpmüştü beni değil mi? dudakları dudaklarıma değmiş, nefesimi kesmişti bir anda. kollarım çözülmüş, ipleri kesilmiş bir kuklaya dönüvermiştim. onu köşeye sıkıştırmış, sınırlarını zorlamıştım. ama illa öpmesi mi gerekirdi? ellerimden kurtulmak o kadar da zor değildi. açık yaralarımı dürtebilirdi. tıpkı benim yaptığım gibi. o zaman o neden öpmüştü beni, yara bandı gibi. öpünce geçer yalanlarına hiç inanmamıştım ki ben.
şaşırtmacalı bir oyunun içindeyim. aklımı karıştırıp beni mağlup etmeye çalışıyor. oyunbozan bu. her zamanki gibi bütün planlarımı alt üst edecek. kuvvetli bir rüzgar esiyor o an, dengem bozuluyor, geri adımlıyorum birkaç defa. aramızda uzak yakınlıklar giriyor. ne kadar yakınsak o kadar uzağız birbirimizden ama minho rüzgârla dans eden kahve saçlarını yüzünden çekip ağzını açıyor.
"jisung ben...." devamı gelmiyor cümlenin. genelde adımı çok dillendirmez. normalde karşımda kıvranmasından felaket zevk alabilirim, beni öptüğü gibi bir gerçekle karşı karşıya olmasaydım eğer. ne yapacağımı, ne söyleyeceğimi, ne düşüneceğimi bilmiyorum. ona tokat mı atmalıyım? konuşmadan çekip gitmeli mi ya da açıklamasını dinlemeli mi...
"özür dilerim." diye tamamlıyor eksik cümlesini. vay be han jisung, bükemediğim eli nasıl da burktun. onu dinlemek istemiyorum. changbin imdadıma yetişiyor o an. nefes nefese arkamızda duruyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
güneşin altında yeni bir şey yok
Fanfic[slow update] nihil sub sole novum. üç bölümlük eski bir hikayenin tam ortası, serseri gezegenler ve yıldız arayışları. 2022.