anlatacaklarımın başında bahsetmem gereken kişi, önceden "bizi bazı felaketlere sürükleyecek" olarak andığım, kaan'ın yaptığı hamle sonrasında tanıştığımız Naşide'dir. ona abla diyemem, arkadaşımı doğuran biri benim için abladan fazlası olur, teyze hiç diyemem çünkü yaşı pek gençtir; ebediyen onu tanıdığım yaşta kaldığı için ne diyeceğimi halen seçemiyorum. kaan, rüzgar'ı yurttan çıkarmaya ikna etmek için bir motivasyon arayışındaydı ve bu sıralarda şimdi bahsedeceğim hamleyi yaptı ki bu söyleyip durduğum hamle, rüzgar'ın annesini bulmak için uğraşıdır. bulması sandığından kolay oldu ve biz haberini dahi almadan, rüzgar'la annesini buluşturdu. işte bu hamle, bir sürü felaketin başı oldu. kaan'ı sokakta donmak üzereyken bulduğumda, o buluşmaya dair cevapları aldım.
benim gözümde kaan, hiçbir şeyden korkmazdı. en güçlü o'ydu, her zaman ne yapacağını bilirdi. en çok da bu yüzden onu öyle görmek, hepsinden daha çok yaraladı beni. kaan'ı sokakta donmak üzere bulduğumda, rüzgar günlerdir dövmecide yatıp kalkıyordu. birkaç defa duş alması için zorla bize getirmiştim, onun dışında neredeyse dövmeciden dışarı adımını atmıyordu. tek güvenli limanı orası kalmış gibiydi. tam bu zamanlarda neşesini sonsuzluğa teslim etmeye hazırlandığını hissetmeye başlıyordum. kaan'ı bulduğumda eve aldım ve ısıtmak için elimden geleni yaptım, aslında onu öylece sokağın ortasında değil her zaman gittiğimiz tekelde bulmuştum; onu sokakta bulmuş olan tekelin sahibiydi. hayatımda bir sürü yıkımın birbirinin peşine sıralandığı bir dönemdi, evde yalnızdım ve kaan'ı ilk kez öyle görmüştüm.
bugünki aklımla, onun sokakta gecelediği sırada açlıktan ve soğuktan ölmemek için madde kullandığını tahmin edebiliyorum ama mantığım ne söylerse söylesin, yüreğim inanmak istemiyor. gözleri kan çanağı gibiydi, damarları belirginleşmişti ve durmadan titriyordu. bu halinin ayrılıklarıyla alakası olmadığını ilk görüşte anlamıştım. ne yaparsam yapayım onu ısıtmayı beceremedim, kollarımın arasında titredi ve nedenini anlayamadığım şekilde "dokunma bana" diye haykırdı son gücüyle. sonunda pes etti ve yatağıma uzandı, ben de yanına yattım ve parmaklarımızı birbirine kenetledim. her an ölecekmiş gibi bir hali vardı. titreyen dudaklarını izledim bir süre. sonra morarmış dudakları, titremesi dinmeden aralandı. bana buluşmalarını anlattı. şaşkınlığımı gizledim, nefes alışımı bile sakladım ondan çünkü biliyordum, beni ölü sayarsa daha rahat anlatabileceğini; onların yalnız mezarlıklarda dert anlattığını bildiğim gibi.
"on sekiz oldu," dedi uykuya dalmadan önce. anlattıklarını duymamış olsam, bu üç kelimelik cümle olsa olsa mutlu ederdi beni ya da heyecanlandırırdı. canım rüzgar'ımın on sekiz olmasında nasıl bir uğursuzluk olabilirdi? hikayenin başını duyduktan sonraysa, bu üç kelime beni tonlarca yüklük ağırlığın altında bıraktı. kaan, annesini bulduğu gibi rüzgar'ı onla buluşmaya götürmüştü. doğum gününe birkaç gün ya vardı ya yoktu o sıralar rüzgar'ın, ben hiçbirinin doğum gününü bilmiyordum, kaan bunun için yurttan çıktıktan sonra çalabileceği bir kapının olmasının ona en güzel hediye olacağını düşünmüştü. buraya kadar her şey toz pembe idi. tanrının unuttuğu yerde bir köy evine geldiler, zile bastılar. içeride yatalak bir hasta adam ve kızı yaşıyordu. kadın çok genç duruyordu, rüzgar onu başta annesi sanamadı. ancak sonradan gördü ki, gözünün maviliğini ondan almıştı.
naşide'nin eşarbı arkasından bağlıydı ve boynunun bir kısmı açıktaydı, etekleri ayak bileklerine kadar uzanırken üstündeki kazağın kollarını dirseklerine kadar sıyırmıştı. şaşkın gözlerle misafirlerini izlerken bir çocuk kadar masum duruyordu. boyu pek kısaydı, küçücük elleri vardı ve giydiği terliklerin ucundan ayak parmakları taşıyordu. genç kadın "buyrun, kime baktınız?" diye sorduğunda, rüzgar kilitlenmişti. kaan onu kolundan tutup içeri yöneltti, "size baktık, naşide hanım, sizsiniz değil mi?" kadın başını salladı, "benim benim de, siz kimsiniz?" diyecek oldu arkalarından. kaan çoktan içeri girmiş, rüzgar'ı peşinden sürüklemişti. yatalak adamın kapısını aralayıp içeri bir bakış attıktan sonra oturma odasını buldu. tir tir titreyen rüzgar'ı bir koltuğa attı, karşısına kendi geçti. naşide, bir anda rüzgar'ın yanında oturdu. merakla yüzlerine baktı. sanki o da bir şeyleri fark ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÜNZEVİ
General Fiction"oğlum biz, insanların duymaya katlanamadığı hayatları yaşıyoruz! anlatsan, duyurmaya çalışsan da inanmazlar; giderler, kutsallarındaki adaleti beklerler yalnızca; biz de bir kurtuluş umuduyla beklerken daha ölmemiş bedenlerimiz çürür, hiç bilinmemi...