TANIŞMA-KAYNAŞMA

27 2 1
                                    

O gün yeni uğraşım ve ilgi alanım olan, akvaryum ve balıklar ile ilgili araştırmalarıma devam ediyordum, sigarayı bırakmış olmanın haklı gurunu ödüllendirmek amacına ek olarak, kızım o parayla bak neler yaptını kendime ispatlama çabasıydı benimki. Platiler, Discuslar. Lepistesler çok küçüktü. Onlar olmazdı. Beta beslemiştim daha önce ama o da bir başına. Akvaryum çok boş kalıyordu. Telefon ekran görüntüleri ve balıkların özelliklerini anlatan videoların beğenileriyle doluydu. Geri kalan balık satan pet shop bulmaktı sanırım. Ne kadar zor olabilirdi ki? İş yerine gelenler de daha önceki balığımı beğenmişlerdi.

Ertesi gün işe gitmek için kalktım. İki pet shop vardı yol üstünde. Girip sordum. Birinde Japon balıkları vardı sadece. Çok basit geldi. Yani almışken daha iyisi olabilirdi sanki. Diğerine girdiğimde geleceğini söylediler almak istediğim balığın. Çıkmadan diğer balıklara bakıyordum. Neon tetra’ymış. Şeker kavanozu gibi bir şeye doldurmuşlar. Kocaman rengarenk. Harika görünüyordu. Kadına sordum bakımının nasıl olduğunu.

Kadın:

-Onların genetiğiyle oynandığı için hassas balıklar. Isıtıcı olmadan yaşayamazlar. Geniş bir akvaryum lazım. Sürü halinde yaşarlar. Buna ek olarak hava motoru lazım.

diye anlatmaya devam etti. Bu durumda benim bir aylık kazancımı burada bırakmam gerekiyordu. Alamadım ama içimde kaldı.

Sonraki günlerde pet shop aramaya sokağın diğer tarafına yönelerek devam ettim. Ama bu defa da artık çıkan kanun yüzünden sertifikasız hayvan satışının yasaklandığı bilgisiyle karşı karşıya kaldım. Aramayı ve bulmayı kafaya koymuştum ama aynı cevabı alacağımı düşünerek biraz umutsuzluk içinde devam ediyordum.

Derken caddenin yanından araya doğru giren sokakta bir kapının önünde; hardal sarsıyla kahverengi arası bir montu olan, siyah pantolonlu siyah denecek koyulukta saçları, kısa denebilecek düzeyde sakalları ve onu bu mükemmelliğe yakışır şekilde tamamlayan bıyıklarıyla bir adam duruyordu. Vay be dedirten türden bir adam… Kafamı hafifçe yukarı kaldırıp iş yerinin tabelasına baktım. Pet shop’tu. Gerçekten mi? Yüzüme bir gülümseme yerleşti. Tesadüfe bak. Bir de buraya sorayım dedim.

İyi günler, diyerek lafa girdim. Kendisi de bana iyi günler diledi. Plati balığı var mı, diye sordum. Yüzünde bir gülümsemeyle bana yok, dedi. İyi günler dileyip oradan ayrıldım.

Tamam, kabul. Bugün de ulaşamamıştım aradığım şeye. Ama araştırmaya devam edecektim. Balık çeşidi çoktu sonuçta. Araştırmaya devam ediyordum.

Kafamı farklı alanlara yöneltmek şüphesiz iyi geliyordu. Ama ara ara o malum düşünce de yokluyordu beni. Geri döneceğim demişti. Geldiğinde işi gücü toparlayacaktı ve her şey daha rahat ilerleyecekti. Hıh! Tabi evet. Askere gidince arayıp sormayı kesmişti. Milletten mi duyacaktım ben olup biteni? Şeref yoksunu. Daha seviyorum demekten acizdi. Bir gidiyorum bitti diyecek gücü bile yoktu.

Farklı şeyler yaptıkça bu düşünce de hafifliyordu haliyle. İyi geliyordu. Kendimi toparlıyordum. İş güç koşturmacası iyi iyi. İlişki falan şu an için gerek yoktu zaten.

Ertesi gün işe gittim. Kahvemi koydum. Masama oturdum. Malum kış ayları olduğu için işlerde biraz azalma da vardı. Ama uğraş buluyordum kendime. Bomboş oturup sıkılacak değildim. Bu boşluğun da bir kıymeti vardı elbet. Bir fırsata çevirmem gerekiyordu. Balıklara döndüm tekrar. Evet lepistes alsam çabuk yavrulardı. Canlı doğuruyor falan, tamam. İyi de çok ufaklardı. Üretip satmak desen, kim alır ki adamların akvaryumunda var zaten. Pet shop işleten adam onu niye alsın? Kendisi üretir isterse. Başka başka… Japonlar çok basit kalır, onu geçtim. Moli mantıklıydı aslında. Hem canlı doğurup hem renkli güzel balıklardı. Bu defa da Moli balığını gözüme kestirdim. Araştıracaktım. “Sanki bulacaksın da”, dedi içimdeki ses. Neyse bu sese yenilmeyeceğim, arayacaktım. Ama hava o gün yağmurluydu. Bizimkiler nerede kaldın falan derler. Yarın bakarım diye düşündüm. Akvaryum vardı zaten. Mor, ama vardı işte. Onu sonra toparlarız dedim. Önce balık.

DELİCESİNEWhere stories live. Discover now