3. Bölüm: İz peşinde

313 20 4
                                    

"Sen neyden bahsedersein Gonca ne kurtulması"

"Ana"

"Sana bir sual sordum Gonca cevap veresin"

"Ana b-ben" öfkeyle Belginin yanına geldi Saadet. Hırsla omuzlarından tutup sarsmaya başladı.

"Sen hala o meselede misin? ne dediysem yapacaksın Gonca"

"A-anlamazım ana ne meselesi" sinirli nefes verdi Saadet kızın aptal ayağına yatıp onu kandırmaya çalıştığını sanıyordu

"Ne dediysem o Gonca evleneceksin"

"Nee sen ne dersin ana" kızın sanki bu mevzuyu ilk defa duymuş gibi davranmasına şaşırdı. "sana o günde dedim Gonca atan için, Gemiyanların selamati için yapacaksın. Yarın baban seni karşına alıp konuştuğunda kabul edeceksin"

"Sma an-" susması için elini havaya kaldırıp "yeter bu mevzu burda bitmiştir imdi gir yatağına eyice düşün doğru olanın bu olduğunu sende anlayacaksın" kızı dinlemeden çıkıp gitti odadan.

Odanın ortasında ayakta kala kalmıştı. yavaş yavaş kendini yere bıraktı halının desenine odaklanmış gözünü ayırmıyordu. "Allah'ım ben ne yapacam nerden çıktı bu evlilik. zorla mı evlendirecekler beni."

Kafasını iki yana salladı kendini toparlamak ister gibi "yok yok burdan kurtulmak farz oldu bana."

Gözlerini ovuşturarak uyandı Belgin. yatakta doğruldu ne yapabileceğini düşünmeye başladı. Bügün kafasını çarptığı savaş meydanına gitmek istiyordu illa ki bir ipucu olmalıydı.

Bu dönemin koşullarına da alışmalıydı. At pek problem değildi küçüklükten beri her hafta sonu babası ile birlikte at dersleri almaya giderdi. Nerdeyse profesyonele yakın binebilirdi ama ya kılıç? Kılıç hakkında en ufak bir fikri yoktu.

Kalktı hazırlanmaya başladı. kıyafetleri giymekte zorlansa da hazırlandı başlığını takıp dışarı çıktı. onun yanına doğru gelen gülceyi gördü. "günaydın gonca hatun kahvaltı hazır herkes sizi bekliyor" gülümsedi Belgin "eyi o vakit hayde gidelim"

Yemek için gittiğinde herkesin yerine oturmuş onu beklediğini gördü. Mehmet'in yanı boş olduğu için gidip oraya oturdu.

Mehmet Belgine doğru eğilerek "bacım eyisin ya ağrın neyin yoktur demi" gülümsedi ona "yoktur ağabey merak etmeyesin"

"Gonca yemekten sonra divana gel seninle konuşmak istediğim bir mesele vardır" Saadet'in kaşlarını kaldırark yaptığı imadan dün gece konuştukları mevzu olduğunu anladı "buyruğundur bey babam"

Korkuyla endişeyle divana doğru yürüyordu Belgin. Divana gitmeden son kez Saadet yanına gelmiş onu sertçe uyarmıştı.

İçeri girdi. Babasının tam karşısında durdu."Hoşgelmişsin kızım geç senle bir konuşalım" derin bir nefes alarak söze başladı Yakup Bey "Goncam Osmanoğlu ile aramızdaki meseleleri kavgaları bilirsin" kadasını salladı Belgin bilmezmiydi öğretmenleri detaylıca anlarmıştı birbirlerine yaptıklarını hatta sırf yaptıkları yüzünden Belgin kafasında daha sert mizaçlı bir Yakup Bey tasarlamıştı ama daha iyi kalpli duruyordu. adam en azından fikrini soruyordu Saadet öyle miydi direkt azarlıyıp zorunda bırakmıştı onu.

"Bu kavgalar hem bize hem de Osmanoğullarına zarar verir. Bizans bu kavgaları fırsat bilip üzerimize gelir. ee işittiğime göre Moğol da boş durmazmış başındaki itlerden birini gönderecekmiş üstümüze. Bizde Osman Beyle bu küslüğü bitirmeye karar kıldık ama bu öyle he diyince bitecek mesele değildir biz aramızda bitirsek diğer beyliklere inandıramayız. Yarın öbür gün tekrar savaş çıkar diyip ardımızda durmak istemezler"

lafı yavaş yavaş demek istediği asıl meseleye doğru getirirdi Yakup Bey  "demem o ki Osman'ın küçük oğlu Alaeddin Bey ile senin izdivaçınızı uygun gördük"

"Amma senin rızan olmadan böyle bir şeye he diyecek biri değilim bende kızım. Sen ne düşünürsün bu konuda"

Söze başlamadan yutkundu Belgin. Aklına Saadetin dedikleri geldi. Eğer bu evliliği kabul etmezse onu kütahyaya sürüp bir adamın kuması olarak evlendirieceğini söyleyip tehdit etmişti. Ne diye bilirdi ki "söz konusu beyliğimizin selametidir bey babam sen nasıl uygun gördüysen benim kabulumdür" gurur ve memnuniyetle gülümsedi Yakup. Kafasınıda onaylarcasına aşağı yukarı salladı "hey maşallah benim kızıma beyliğimiz için yapmayacağı yoktur "

Bu sözlerden sonra divandan ayrıldı Belgin dışarı çıkar çıkmaz kapıda onu bekleyen saadeti gördü ne biçim bir insandı bu böyle kendi kızına acımayacak kadar katı biri nasıl olabilirdi

"Naptın kabul ettin demi"

"ettim" gülümsedi istediğini başarmıştı " eyi pek eyi aferim benim kızıma" bir şey demeden ayrıldı yanından

"Gülce atımı hazırla gideriz"

"Nereye gideriz gonca hatun"

"Beni bulduğunuz yere götür"

"Ortalık pek tekin değildir yanlız gitmeyelim gonca hatun alplarda bizle gelsin"

"Olmaz biz ikimiz gidecez korkuyosan sen kal ben tek giderim" tabiki gülcenin gonca hatunu tek gönderecek hali yoktu el mecbur atları hazırlayıp hatununun gelmesini bekledi

"Haydee" atını yönlendirip sürmeye başladı. Bu babasıyla ya da tek başına gidipte bindiği atlara benzemiyordu. kendini ilk defa tamamiyle özgür hissediyordu. Sevmişti bu hissi.

Gülce atını durdurunca Belginde durdurdu."işte burası na şurdaki kayanın önünde bayılmışsımız" kayanın yanına doğru ilerledi. üzerinde beyaz boyayla çizilmiş bir ok vardı ormanın sağ tarfını işaret ediyordu. Gülceyle gidemezdi tek gitmeliydi. Gülcenin gonca hatuna itimatı tamdı ama onun gonca olmadığını öğrendiğinde sırrını saklayıp saklamayacağını bilemezdi.

"Eyi şimdi ayrılıyoruz sen sol tarafı ara ben sağ tarafı"

"Amma hatunum buralar pek bi tekinsizdir başınıza bir iş gelmesin"

"Ne diyosam o gülce hayde"

Yere, ağaç gövdelerine her yere baka baka ilerliyordu Belgin. Bir işaret, iz arıyordu. Kafasını kaldırıp etrafa bakındı. "Hay Allah hangi yönden gelmiştim ki ben" Kaybolmuştu. Ne bir iz bulabilmişti ne de geldiği yönü. Uzun bir süredir ormanda dolaşır dururdu. birkaç kez Gülceye seslensede sesinide duyuramadı.

Hava hafiften karamaya başlamış etraf git gide korkunç olmaya başlamıştı. Ne yapıcağını bilmeden öylece kalmıştı. yanındaki çalıdan kıpırdanma sesleri gelmesiyle yavaşça kaçmaya çalışacaktı ki bir el tutup onu kendine doğru çekti.

Ne yapsa kurtulamadı en son çare olarak adamın elini ısırmayı buldu. "ahh naparsın  manyak" kızı bırakmasada acıyla birlikte eli çekmişti şehzade

"asıl sen napıyosun bıraksana beni eşkiya mısın yoksa haydut mu"

"Sen canna mı susadın be hatun bu saatte burada hemi de pusatsız ne işin vardır. Ben canını kurtarırım teşekkür etmen gerek"

"ne deyü teşekkür edecek mişim yaptığın eşkiyalığa mı? çok beklersin" Alaeddin etrafta duyduğu sesle ciddileşti ama Belgin hala konuşuyor onu azarlıyodu.

"bırakasın beni" yavaşça kızı bıraktı gözü ile etrafı tarıyor birilerinin olup olmadığını kontrol ediyordu.

"ssh sus biraz" az evvel yaptıkları yetmez gibi birde çenesi düşük demişti öfkeyle kaşları çatıldı tam cevap vercekken sesini kesen yanlarındaki ağaca saplanan ok oldu.








zamanda yolculuk Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin