nueve

62 10 0
                                    

yemek boyunca neredeyse hiç konuşmamıştım. kafam allak bullaktı. kafeden buraya gelene kadar eski anılarımızı düşünüp durmuştum.

onunla tanıştığımda küçücük bi çocuktum. aşk nedir bilmezdim. bana aşkı o öğretmişti. daha doğrusu beraber öğrenmiştik. ikimiz de birbirimizin ilk aşkı olmuştuk. her şeyin ilkini beraber yaşamıştık. evden geceleri kaçıp onunla gizli yerimizde buluşup yıldızları, durgun denizi izlediğim günleri hatırlıyordum. şu an bile yüzüme çarpan o tatlı esintiyi hissediyorum. o zamanlar ikimiz de asla ayrılmayacağımızı, ölene dek beraber olacağımızı düşünüyorduk. hayat bize ilk dersini orada vermişti. verilen her sözün tutulmayacağımı o gece o tepede saatlerce seungcheolu beklediğim zaman anlamıştım. o gün hayat beni içimdeki geçmeyen kırgınlıkla yaşamaya mahkum bırakmıştı. yıllar geçti ama o kırgınlık geçmedi. şimdi içimde bir yerlere gömdüğüm küçük jeonghan onun gelmesiyle beraber tekrar gün yüzüne çıkıyordu.

"hyung, iyi misin?"

kwan'ın sesiyle girdiğim transtan çıktım.

"hyung kafeden çıktığımızdan beri dalıp dalıp duruyosun. hiçbir şey de yemedin. endişelenmeye başlıyorum."

"iyiyim kwanie. sadece biraz yorgunum o kadar."

"hyung bunun sadece yorgunluk olduğunu düşünmüyorum ama üstüne gelmek de istemiyorum. istersen eve bırakayım seni. hem birkaç gün yanında da kalırım. ne dersin?"

"kwanie gerçekten iyiyim ben. endişelenmene gerek yok."

"sen bilirsin ama kötü hissettiğin an söylemekten çekinme."

"tamamdır komutan." diyip asker selamı yaptım.

masaya bakınca jun ve soonyoung sarhoş olmuş birbirlerine sarılıyorlardı. chan da onların bu hallerini videoya alıyordu. kwan ve mingyu araba kullanacaklarından fazla içmemişlerdi. tabi ki sarhoş toplama görevini onlara kitleyecektim. içmediğim halde kafam pelte olmuşken bir de bu sarhoşları çekmek şu an istediğim en son şeydi.

her ne kadar kwan'a tersini söylediysem de eve gidip uyumak istiyordum. biraz daha burada kalırsam dayanamayıp sarhoşlar grubuna katılabilirdim ki bu da istediğim son şeylerden biriydi. yarın önemli bir ameliyatım vardı ve sabah başımın çatlamasıyla uyanmak istemiyordum. bu yüzden izin isteyip kalktım. çıkarken mingyu yanıma gelmiş sigarasını yakarken bana dönüp konuşmaya başlamıştı.

"han, bugün ne oldu bilmiyorum ama iyi hissetmediğini biliyorum. cheol'u görmenin sana iyi gelmediğini de biliyorum. hiçbir şey için kendini zorunlu hissetme. üzülmesi gereken kişi sen değilsin. yıllar önce de değildin. ikimiz de lisedeki o çocuklar değiliz. neler yaşadığını en iyi ben bilirim ve bunları tekrar yaşamana izin vermem. sadece seni ne iyi hissettirecekse onu yap. kafana takma demiyorum çünkü takacaksın biliyorum ama kendine yüklenme. her şeyi tek başına yüklenip kendini yiyip bitirmeni istemiyorum. ben, biz hep buradayız. bizimle duygularını paylaşabilirsin. biliyorum pat diye hissettiklerini ortaya dökmek kolay değil ama dene han, denemeden bilemezsin."

konuşmasının bitmesiyle elindeki sigarsını yere atıp söndürdü ve diğerlenin yanına döndü. beni de kafamdaki düşüncelerle orada bıraktı.

mingyu'nun bu yüzünü pek görmezdiniz. her ne kadar sevdiklerinin yanında ciddiyetsiz, umursamaz biri gibi görünse de aslında sevdikleri için her şeyi yapabilecek biridir. liseden beri arkadaş olduğumuz için beni çok iyi tanıyordu, ben bile kendimi bu kadar iyi tanımıyordum. bu yüzden olanları ona anlatmasam da anlamış, kafamdan geçenleri yüzüme söylemişti.

dediklerini düşünüp durduğum araba yolculuğundan sonra eve gelmiştim. biraz rahatlamak ve kafamı boşaltmak için banyoya gidip küvetimi doldurdum. uzun bir süre küvette kaldıktan sonra yatağıma gidip yarının daha iyi bir gün olacağı umuduyla uykuya daldım.

rush | jeongcheolHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin