diez

82 13 0
                                    

güneşin doğmasıyla erkenden kalkıp direkt mutfağa yöneldim. kahve makinesine podu koyup kendime bir kahve hazırladım. evet, yüzümü bile yıkamadan kalkar kalkmaz kendime kahve hazırlıyordum. benim için ritüel olmuştu bu. küçükken 'sabah kahvesiz ayılamıyorum' diyen insanları asla anlamaz, saçma bulurdum ama büyüdükçe ben de onlardan biri olmuştum. elimdeki kupayla beraber banyoya ilerledim. telefonumu hoparlöre bağlayıp müzik listemi açtım ve hazırlanmaya başladım.
evden çıkmadan ayna karşısında kendimi bugünkü ameliyat için hazırlamıştım. dediğim gibi önemli bir ameliyattı, riskliydi. üstüne üstlük çoğu kişi bu ameliyatı izleyecekti. omuzlarımda bayağı bi yük vardı.

ameliyat beklediğimden de iyi geçmişti. birkaç komplikasyon olmuştu ama halletmiştim. keyfim yerindeydi. ameliyathaneden çıktıktan sonra üstümü değiştirip odama geldim. bugünki programım yoğun değildi. birkaç rutin kontrol dışında bir şey yapmamıştım. çıkış saatime yakın asistanım kapımı çaldı.

"jeonghan bey bir hastanız var. randevu almadığı için bakamayacağınızı söyledim ama başhekimin haberi olduğunu söyledi. içeriye alayım mı?"

işte bu garipti. başhekim genelde bizzat bakmamı istediği hastalar için önceden haber verirdi. yine de bi bildiği vardır diye içeri almasını, sorun olmadığını söyledim.

merakla beklerken içeri giren kişiye nedense şaşırmamıştım. bu yüzden kafamı tekrar önümdeki kağıtlara döndüm.

"seungcheol başhekimi nasıl ikna ettin bilmiyorum ama hasta olmadığını biliyorum. o yüzden gitsen iyi olacak. çıkış saatimi uzatıyorsun."

"jeonghan hasta olmadığımı nereden biliyorsun? nerede doktorluk? şikayetlerimi dinlemen gerekmiyor mu?" deyip önümdeki koltuğa oturdu ve beni izlemeye başladı.

"tanrım, cidden beni sınıyorsun." seslice oflayıp ona doğru döndüm.

"evet, seungcheol bey sizi dinliyorum. nedir şikayetiniz?" duyduklarıyla sırıtışı daha da genişledi.

"doktor bey biri var. kalbimi yerinden çıkacak gibi attırıyor. onu görünce tüm vücudumu bi titreme alıyor. sanki içimdeki organlar yer değiştiriyor. ha bi de onunla ne zaman konuşmaya çalışsam beni kendinden uzaklaştırıyor bu da böyle sebepsiz bir ağrıya sebep oluyor. bedenim o kadar çok ağrıyor ki o böyle yapınca." dediklerine sadece göz devirmiştim.

"belki de onu rahat bıraksanız bu sorunlarınız çözülür, ne dersiniz?"

"hayır, zaten yıllardır bu sorunlar ondan uzakta olduğum içindi. artık bunları yaşamak, onu görmediğim her gün ölecekmiş gibi hissetmek istemiyorum."

duyduklarımla bir anlığına gardımı düşürmüştüm. bir bakışıyla onun etkisine giriyordum. en çok da bunun için kendime kızıyordum. iradesiz bir varlıkmışım gibi kendimi kontrol edemiyordum. yine de kendimi çabucak toparladım.

"ben bu sorunların anlattığınız kişi yüzünden olduğunu düşünmüyorum. eğer öyle olsaydı yıllar öncesinde bu kişiyi bırakmazdınız. böylece yaşadığınız bu küçük sorunlar da çözülürdü. bakıyorum da yapmamışsınız ya da onu geri kazanıp bunları gidermek adına bir çaba harcamamışsınız. bence sizin sorunlarınızı genel cerrah değil kalp cerrahı çözer. tabi sizde kalp denen bir şey hala varsa."

duyduklarıyla yüzü düşmüştü. haklı olduğumu benim kadar o da biliyordu. belki söylediklerim çok bencilce olabilirdi. içten içe biliyordum aslında. o beni sebepsiz yere bırakmazdı. elbette gerçekleri öğrenmeyi istiyordum ama onsuz yaşamaya alıştığım hayatıma da devam etmek istiyordum. onca yılın acısı bir anda silinmiyordu. dipte hissettiğim o günler aklıma geldikçe mideme kramp giriyordu. bu yüzden onu uzaklaştırıyordum.

söylediklerimle yüzü düşmüştü. oturduğu yerde dikleşip önemli bir konuşma yapacakmış gibi bana döndü.

"hannie, biliyorum geri alamayacağım hatalar yaptım ama zorundaydım. seni asla bırakmak istemedim. sen benim ilk ve son aşkımsın, hep de öyle kalacaksın. seni bıraktığım o günden beri her gün içten içe öldüm ben. evet daha önce de gelebilirdim, biliyorum ama sen benim aksime hayatına devam etmiş gibiydin. mutlu gözüküyordun, ben bi anda karşına çıkıp bunu bozmak istemedim. bensiz de yapabileceğini hatta ben olmasam çok daha iyi olacağını düşünüyordum.

seul'e geleli birkaç ay oldu. geldiğim gibi sana gelmek istedim. burada çalıştığını başhekimden öğrendim. kendisi arkadaşım olur. neyse bir gün seni ziyarete gelmiştim. heyecandan delirecek gibiydim hannie. bana bağırsan, vursan, defolup gitmemi istesen bile kararlıydım. seni görecek her şeyi anlatacaktım. asistanın yanına geldiğimde bana yemekte olduğunu söyledi. oraya geldiğimde bunca yıldan sonra seni gördüm. çok güzeldin jeonghan. güzel yüzünden hiçbir şey kaybetmemiştin. o koskoca yerde yıldız gibi parlıyordun. mutluluğun gözlerinden okunuyordu. karşındaki adama tatlı tatlı bir şeyler anlatıyordun. dışarıdan bir çift gibi duruyordunuz. işte o zaman kendi kendime dedim ki 'o sensiz daha iyi hayatına devam etmiş, onu mutlu eden bir sevgilisi var'. bunları düşünüp oradan ayrıldım ve seni rahatsız etmeyeceğime dair kendime bir söz verdim, tuttum da. ta ki o sergi gününe kadar. hyungwon'un, serginin sahibinin o gün karşında oturan adam olduğunu da işte o zaman fark ettim. onunla sohbet ederken bana uzun zamandır bir ilişkisi olmadığını söyledi. o an her şey değişti benim için, seni tekrar kazanacaktım. bu düşüncelerle boğuşurken de seni orada gördüm. beni görüp çıktığında arkandan geldim ama sen çoktan gitmiştin. o günden beridir de kader bizi bir araya getirdi.

seni hala ilk günkü gibi seviyorum hannie. hemen beni affet eskisi gibi olalım demiyorum sadece beni kendinden uzaklaştırma. tekrar eskiye dönmek zorunda değiliz ya da bana olan hislerin eskisi gibi olmak zorunda da değil. sadece seni hala sevdiğimi bil ve benden kaçma."

duyduklarımı sindirmek zordu. sanki yüksek bir binadan yere çakılmış gibi hissediyordum. yine her zaman yaptığım gibi kaçmak istedim oradan. bu yüzden önümdeki belgeleri çabucak çantama doldurdum ve kapıya yöneldim. fakat içim rahat değildi. kapı kolunu sıkarken anlamıştım, o benden de beter bir durumdaydı. ben sadece terk edilmiştim ama o buna zorlanmış, bir elvedaya bile izin verilmemişti. üstelik yıllar sonra dönmesine rağmen yine benim için kendini geri çekmişti. bu yüzden çıkamadım o kapıdan. arkamı dönüp bıraktığım enkaza baktım.

"tamam, senden kaçmayacağım ama kollarına atlayacağımı falan da düşünme. neredeyse sekiz yıl olacak seungcheol. o yıllar aklımdan kolayca çıkmayacak veya yaşadığım şeyleri pat diye unutmayacağım. bu yüzden sadece senden kaçmayacağım ama ilişkimiz için de çabalamayacağım. bunu sen istedin. bana benden kaçma yeter dedin ben de öyle yapacağım. geçirdiğimiz güzel yılların hatrına bu şansı sana vermem gerektiğini düşünüyorum. eğer buna kabulsen dediğin gibi yapacağım. ha kabul değ-"

"kabulüm." gözleri parlayarak ayağa kalkıp yanıma geldi.

"hannie geçen sekiz yılı sana telafi edeceğim. eski günlerimizi tekrar yaşayacağız. sana söz veriyorum, bir daha benim yüzümden üzülmeyeceksin."

dibime kadar gelmesi her ne kadar nefesimi kesse de sesindeki kararlılık beni bir daha bırakmayacağını belli ediyordu. ben de ona son kez güvenmek istedim.

"göreceğiz cheol. artık izin verirsen evime gidip yatağımda bayılmak istiyorum." deyip kapıdan çıkmıştım.

iki adım atmıştım ki adımı seslenmesiyle ona döndüm.

"hannie, seni seviyorum."

bunu söylemesi hala ilk günkü gibi hissettiriyordu. burukça gülümseyip önüme döndüm ve kafamdaki tilkilerle otoparka gittim.

eve giderken bana eşsiz bir manzara eşlik etmişti. genelde bu çok nadiren olurdu o yüzden bunu bir işaret olarak gördüm.

"herkes ikinci bir şansı hak eder."

🌜

rush | jeongcheolHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin