ocho

84 14 2
                                    

"yoon jeonghan! çabuk benimle gel seni bir yere götüreceğim."

jeonghan adını duymasıyla ona seslenen çocuğa dönmüştü.

"seungcheol sakin ol geliyorum."

birkaç adım ötesindeki çocuk dayanamamış elinden tutup koşmaya başlamıştı.

"cheolie düşeceğiz şimdi yavaşlasana."

yanındaki çocuk onu takmamış elinden tutup sürüklemeye devam etmişti. sonunda yavaşladıklarında jeonghan geldiği yerle büyülenmiş gibiydi. büyük olan onu sahil kenarında bir yere getirmişti ama burası geride kalan sahil şeridinden uzak, etrafı yeşilliklerle kaplı ve gökyüzündeki yıldızları tüm çıplaklığıyla görebileceğiniz kadar güzel bi yerdi. gözlerine inanamadı jeonghan. sanki saklı bir cennet gibiydi burası. nasıl daha önce keşfetmedim diye aklından geçirdi.

"geçen bisikletle gezerken buldum burayı. sana da göstermek istedim."

"cheolie... tanrım, burası çok güzel."

"beğeneceğini biliyordum. bu yüzden getirdim seni."

"teşekkür ederim cheol, seni çok seviyorum." deyip en yakın arkadaşının boynuna atlamıştı jeonghan.

"ben de seni çok seviyorum hannie."

işte birbirinden deli gibi hoşlanan o iki arkadaşın hikayesi aslında burada başlamıştı. burası onların her türlü duyguyu yaşadığına şahit olmuştu; en büyük sevinçlerine, aşklarına, kırgınlıklarına... hatta ayrılıklarına bile.

******************************************************************************

"hyung işte böyle oldu. sonra da instasını buldum, buraya çağırdım." kafamı sallayıp ona anladığımı söyledim. sanırım on beş dakikadır vernon denen çocuğu bekliyorduk. arada bir telefonuma bakıp gruptakilerin mesajlarına cevap veriyordum. bu saate kadar orda olmamız gerektiği için endişelenmişlerdi. onlara ufak bir işimiz çıktığını söyleyip telefonumu cebime attım. tam o sırada da kafenin kapısı açıldı. kapıyı baktığımda önce vernon denen çocuğun bu tarafa geldiğini gördüm. yakışıklı bir adamdı, kwan'ın ideal tipiydi.

"merhaba, ben dosyalarım için gelmiştim."

"hoşgeldiniz, seungkwan ben buranın sahibiyim. telefonda konuşmuştuk. tanıştığımıza memnun oldum." deyip elini uzattı kwan.

"ben de." diyip elini sıktı vernon. elini sıkarken kwana göz ucuyla baktım. dışardan ne kadar sakin görünse de içinden çığlık attığına emindim.

"buyrun dosyalarınız." çekmecesinden çıkarttığı dosyaları çocuğa uzattı.

"gerçekten teşekkür ederim. bunlar kaybolsaydı büyük sıkıntı olurdu benim için."

"önemli değil. sonuçta kaybolmadılar ama bir dahaki sefere unutmadığınızdan emin olun. çünkü ben her zaman burada olmayabilirim."

"emin olun dikkat edeceğim. tekrar teşekkür ederim, ben şirkete dönsem iyi olacak."

"ne iş yapıyorsunuz?" dedi kwan meraklı bir sesle.

"producerlık yapıyorum."

"ah, şimdi dosyları anladım. yanlış anlamayın sadece kime ait olduğunu anlamak için biraz göz gezdirdim."

"sorun değil, iyi yapmışsınız." deyip gülümsedi çocuk.

"ben en iyisi gideyim, sizi de tutmayayım. galiba işiniz var." bana bakmasıyla geldiğinden beri ilk kez konuştum.

"sıkıntı değil."

"anladım. ben vernon bu arada." diyip elini uzattı. elini sıkıp "jeonghan" dedim.

"ikinizle de tanıştığıma memnun oldum." diyip kapıya yöneldi. tam çıkacakken kapıdaki silüet onu durdumuştu.

tanrım, dedim içimden. bu saçma oyun daha ne kadar devam edecek?

"hyung, ben de şimdi çıkıyordum."

"tamam hansol. sen arabada bekle geliriyorum birazdan."

hansol onaylayıp dışarı çıkmıştı. çıkmasıyla seungcheol bize doğru geliyordu. seungkwan onu tanıyıp dibime kadar gelmişti. yanımıza geldiğinde üçümüz de bir süre sessiz kaldık.

"merhaba hannie. biraz konuşabilir miyiz?"

hannie mi demişti o bana? yıllar sonra bunu onun ağzından duymak beni yerle bir etmişti. yine de kendimi topladım.

"konuşacak bir şeyimizin kalmadığını düşünüyorum cheol. şimdi izin verirsen çıkacağız."

"sadece beş dakika, onca yılın hatrı için."

sinirle gülümsemiştim. hatır falan kalmamıştı ki bizim için.

"onca yılın hatrı sen beni bir başıma bırakıp terk ettiğinde zaten bitmişti seungcheol. benim sana daha fazla ayıracak vaktim yok. bu yüzden karşıma çıkmayı bırak ve beni bir daha rahatsız etme. ben hayatıma bir şekilde sensiz devam ettim. her şeyi yerine koymuşken senin gelip tekrar bozmana izin vermeyeceğim. bu sefer olmaz."

"anlıyorum hannie ama ben senin hayatını bozmak istemiyorum. sadece eski günlerimizi özlüyorum. geri dönmemiz için hiç mi şansımız yok?"

"yok. sen ve ben uzun zaman önce bittik cheol. bir daha da olmayacağız."

dememle arkasını dönüp kapıya yöneldi. tam çıkarken yüzündeki buruk gülümsemeyle bana dönüp

"yanılıyorsun hannie. her zaman ikinci bir şans vardır. hatırladın mı? bunu bana sen öğrenmiştin. ben buna inanmak istiyorum. ne gerekiyorsa da yapacağım." diyip çıkmıştı.

çıkmasıyla beraber sandalyeye çöküp nefes almaya çalıştım. onun etkisi böyleydi işte ondan nefret etseniz bile sizi etkisi altına alıyordu. en çok da bu özelliğinden nefret ediyordum. onun karşısında istediğim gibi kararlı olamıyordum, içimdeki o küçük jeonghanı susturamıyordum.

rush | jeongcheolHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin