"Hepinize merhaba arkadaşlar. Bugün benimle birlikte güzel kopacaksını- aman kokacaksınız."
Minik ellerini panikle ağzına koyması tatlı bir görünüm kazandırıyordu. Elindeki tütün kolonyasının kapağını açtı. Sanki karşısında birisi varmış gibi şişeyi kameraya gösterdi.
"Eğer aranızda benim gibi kokulu sulara alerjisi olan varsa kolonya kullanabilirsiniz arkadaşlar. O şeyler benim vücudumda yaralar yapıyormuş. Annem kolonya dökebilirsin dedi."
Parfümler tenini aşındırdığı için, annesi böyle bir çözüm bulmuştu.
Mira, kolonyayı boynuna, kollarına, kıyafetine, hatta saçına bile sürdü. Kolunu burnuna götürüp kendini kokladı. Bu kokuyu sevmişti. Biraz ağır olsa da, kokuyordu en azından...
"Oh. Ne güzel koktum. Bunları neden misafir gelince onlara veriyoruz ki sanki? Benim üzerimde daha güzel duruyor ama daha fazla süremem."
Buna üzülmüş gibiydi. Bu güzel kokunun gelenlere verilmesini istemiyordu. Ancak daha fazla sürecek yer de kalmamıştı.
O an kıskançlık duygusu ağır bastı. Gözlerini kısarak kadraja baktıktan sonra, planını olmayan izleyicilerine aktarmaya başladı.
"Ben daha fazla kokamıyorsam... Onlar da kokmasın, öyle değil mi? Hem bu kolonya hemen kuruyor zaten, kimse anlamaz bence."
Bu plan ona aşırı mantıklı gelmişti. Kolonyayı alıp mutfağa gitti. Annesi yatak odasında yön, bu işi hızlıca halletmeliydi ve bunun için kolonyayı emecek bir şey kullanması gerektiğini düşündü.
Elinde taşıdığı kamerayı cam kenarına yasladı. Küçük adımlarla dolabın arasındaki sofra bezlerinin yanına gitti. Elindeki tüm kolonyayı üzerine boşalttı.
Tam sarı saçlarını savurarak olduğu yerden kalkacaktı ki, kapının sertçe açılmasıyla durmak zorunda kaldı. Yeşil gözlerini sıkıca kapatarak içinden fısıldadı.
Lütfen... Lütfen Allah'ım annem olsun...
Arkasını döndü, gözlerini açtı.
Babasıydı.
Babası saçları ve teni esmer olduğundan korkunç görünen yeşil gözlerini öfkeyle doldurmuştu. Bir küçük kızına, bir de elindeki boş şişeye bakıyordu.
Çok kötü kokuyor, keşke onun üzerine dökseydim, diye düşündü Mira. Yine o pis sudan içmişti babası. Ondan içince kendinden geçiyordu.
"Ben sen oraya buraya dök diye mi aldım lan bunu?! Ha? Akılsız mısın sen?!"
Değildi. Ama sadece... İstemişti. Zaten on yaşındaki bir çocuktan ne bekleyebilirdi ki?
Annesi korkarak mutfak kapısına koştu. Ne olduğunu anlamasa da, kocasının içtiğini anlamış, kızının önüne geçmişti.
"Ne oluyor Mustafa? Ne bu celal?" Biliyordu, hiçbir işe yaramayacktı ama içi el vermiyordu işte.
Mira korkudan elindeki şişeyi düşürmüştü. Babası neden ona böyle davranıyor, bilmiyordu.
"Çekil önümden Meryem, oradan bakınca bankaya mi benziyorum ben? Tüm paramı bu kıza mı yedireceğim ulan ben?!"
Meryem ağlayarak başını iki yana salladı. Ancak bir işe yaramadı. Mustafa onu tuttuğu gibi duvara fırlatmıştı bile.
Mira, korkudan titreyerek çığlık attı. Annesinin yanına gitmek istedi, kanıyordu çünkü. Sürekli kanıyordu.
"Ne kız bu saçların? Ben sana kapatacaksın kafanı demedim mi? Kolların neden çıplak ulan?!"
Mustafa Mira'yı sarsıyordu. Sadece ağlıyordu Mira. Neden onun babası olmak zorundaydı?
Bir tokatla savruldu küçük bedeni. Daha kafasını kaldıramadan güzel saçlarından tutularak havaya kaldırıldı.
"Orospu mu olacaksın başıma? Bir o eksikti çünkü! Görmesem götü açık gezeceksin!"
Açık değildi ki o kadar. Bir eşofman bir tişört vardı üzerinde. Ağladıkça ağladı.
Annesi yerden kalkamıyordu. Ona yardım edecek kimse de yoktu yani. Ölecekti. Evet, kesinlikle bugün ölecekti.
Diz kapağının arkasından yediği darbeyle diz çöktü. Kurtulmaya çalışmıyordu bile. Başı dönüyordu. Sadece ağlıyordu.
Mustafa hıncını alamamıştı. Saç köklerinden tuttuğu gibi fırının camına geçirdi yüzünü. Mira'nın haykırışları umrunda bile değildi. Kendinden geçmişti çünkü.
Cebinden bir çakı çıkardı. Mira yarılan kaşına bastırarak ağlarken, kızın saçlarını avucunda topladı.
"Sen kapatmazsan, ben kapatacağın şeyi yok ederim." Yapardı. Onun tek bildiği yok etmekti çünkü. Annesinin gülüşünü de yok etmişti mesela.
Mira, saçlarını çok seviyordu. Hiç kestirmemişti daha önce. "Baba n'olur yapma! Onlar bana kalsın, lütfen!" Ancak babası onu duymuyordu. Ne dese nafileydi.
Mustafa hiç düşünmeden, tek hamlede kesti altın sarısı saçlarını. İçi acımamıştı hiç.
Mira, artık ağlayamıyordu bile. Donmuş kalmıştı. Ağzı yarım açık, omuzlarının üzerinden dağılan saçlarına dokundu parmak uçları.
Her saç telin birer nefes bana, anneciğim, demişti annesi
Artık nefesi kalmamış mıydı?
Mustafa, hala ayılmamıştı. Ertesi gün ne kadar pişman olacağını bilse de, ocağın üzerindeki tencereyi fırlattı. Tenceredeki türlü, halıya saçıldı. Ama bu Mustafa'yı durduramadı. Yanan ocağa bal saçları bıraktı. Hesap etmediği şeyse, o saçlar beş dakika önce kolonyaya bulanmıştı.
Saçlar birden parladı. Mustafa yüzüne sıçrayan ateşle, bağırarak dışarı çıktı. Ardından kapıyı kapattığının farkında değildi.
O alev, tezgahın üzerindeki beze sıçradı. Bez alevi daha da harlandırırken, o bez yanarak dolap ve fırının arasına düştü.
Sofra bezleri kuvvetle alevlendi. Ateş artık her yerdeydi. Genzine kaçan duman, henüz kendine getirmişti Mira'yı.
Annesine baktı. Hareket etmiyordu. O an, Mira dışarı çıkabilirdi ancak yapmadı. Annesini burada bırakamazdı değil mi?
O gün ölmese de, çok yaşamazdı zaten.
Annesinin yanına kıvrıldı. Kendini ölmeye çok hazırlamıştı.
Belki o gün ölmedi, ama nefes aldığı her dakika ölmüş olmayı diledi.
.
.
.
.
.
.
06/07/2024
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜL GÜLE DÖNERKEN
Novela JuvenilEe ee ee'si var. Mira'nın uykusu var. Ee ee ee'si var. Mira'nın bir annesi yok. Ee ee ee'si var. Mira'nın bir babası da yok. Ee ee nesi var? Mira'nın bir evi bile yok. Annesini evinde çıkan bir yangında kaybeden Mira, babasının bu faciadan onu soru...