nazik elleri olan kadın, gözlerine ne olduğunu bilmediği bir sıvı damlatıyor. bir kaç kez gözlerini kırpıp iç çekiyor.
"kendini nasıl hissediyorsun?" diyor kadın. "konuşabilecek durumda mısın?"
"evet." sesi biraz cızırtılı da olsa iyi çıkıyor.
"bunu duyduğuma sevindim!"
hâlâ tam olarak bir şey görebiliyor değil fakat kadının sulietini az çok görebiliyor. uzun saçları en belirgin şekilde görebildiği şey. saçı kız kardeşinin ipek saçlarını hatırlatıyor. göğsünü nereden geldiğini bilmediği bir sıcaklık kaplarken nedense uzanıp kadının saçlarını okşama isteği duyuyor.
"neredeyim?" konuşurken sesi titriyor. "sen kimsin? neden bana yardım ediyorsun?"
kadın bir süre sessiz kalıyor, "burası kim imparatorluğu değil." sesinde bir parça üzüntü hissediyor. "şu anda chou topraklarındasın."
ayağa kalkmaya çalışıyor fakat kadının kolları onu sıkıca sarıyor.
"bırak!"
"sakin ol. sana zarar vermek gibi bir niyetim yok."
"burası kahrolası düşmanlarımın toprakları!"
"evet bu doğru. fakat inan bana burası chou topraklarının kuzeyi. burada sen ve benden başka kimse yok. burası uzun zaman önce terk edilmiş ölü bir yer."
"neden sana inanmalıyım?" diye bağırıyor tüm gücüyle. "beni bir piyon olarak kullanabilmek için yardım ediyordun bana değil mi?"
kadının tutuşu daha da sıkılaşıyor. "savaş bitti, onurlu şövalye. uzun zaman önce, seni bulduğum zaman bitmişti."
sarf ettiği her bir söz gerçek, kadının sesindeki hüzünlü tınıdan bunu hissedebiliyor. fakat inanmak istemiyor.
"gitmeliyim." kadının tutuşundan kurtulup ayaklanmaya çalışıyor. ilk denemesinde tökezleyip düşüyor. kadın ayaklanmasına yardım etmek için uzanıyor fakat tüm gücüyle ellerini ittiriyor. düşman imparatorluktan birinin ona dokunması fikri midesini bulandırıyor.
kapıyı açtığında tüm gerçek yüzüne bir kova su misali çarpıyor. inanmak istemediği her şey gözleri önünde duruyor. karlar erimiş, yerini güneş ışınları almış. yangınlar ya da kan yerine çiçekler var.
gözlerini açması ne kadar zaman aldı?
burasının kim imparatorluğu olmadığını biliyordu fakat yine de öyleymiş gibi davranırsa kendinden nefret etmeyecek gibiydi.
fakat durum farklıydı. gerçek gözleri önündeydi.
kadın haklıydı, savaş biteli uzun zaman olmuş olmalıydı.
dizleri daha fazla ayakta kalacak güçten yoksunlaşıp yere düşüyor. sessiz hıçkırıkları gözyaşları ile birleşip sel misali yanaklarından dökülüyor. savaş bitmiş, imparatorluk düşmüş, uğruna binlerce yoldaşın canını kaybettiği savaş kaydedilmiş, herkesin saygıyla andığı şövalye jeon jungkook hâlâ yaşıyor.
ailesi, arkadaşları, imparatorluk ailesi.
hepsine ne olmuş olabilirdi? bilmiyor. muhtemelen kim neslinden gelen herkes idam edilmiş ya da köleleştirilmişti. o hariç herkes korkunç bir kaderle yüzleşmiş olmalıydı.suçluluk duygusu iliklerine kadar ulaşıyor. hıçkırıkları her saniye daha da artarken tanrıya canını hemen şimdi alması için yalvarıyor.
"çok üzgünüm." diyor kadın bir kez daha onu sıkıca sararken. "en başında bu savaşı asla istemedim."
kadının bir düşman olduğunu biliyor, fakat titreyen sesi ile söylediği her kelime neden bu kadar gerçek hissettiriyor?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yorulursan yaslan bana| tzukook ✔
Randomchou tzuyu bir akşam üstü ölmekte olan şövalye jeon jungkook'u kurtarır. kapak: @pandolando