1/Zorunlu Yalnızlık

45 10 12
                                    

Hayat bazen öylesine birisini seçer ve hiç bir neden olmadan onu cezalandırırdı. Karşı koyamazdı kimse. Sonuçta yazgılar çoktan yazılmıştı. Ve biz yazılanları yaşamaya mahkumduk.

Mezarlığın sessiz ve ürkütücü havası beni boğsa da annem buradaydı. Hemde yıllardır. Onu nasıl bırakırdım? Ölümüne neden olmuşken onu bu ıssız yerde nasıl tek başına bırakırdım?

Sürekli bulaşık yıkamaktan derisi çatlamış ellerimi mezar taşına sürdüm ve kırık bir nefes çektim içime. Bir yaş süzüldü yanağımdan ve toprağa düştü.

"Çok zor anne, dayanamıyorum artık." Bir hıçkırık kaçtı boğazımdan.

"Ben seni özlüyorum. Kokunu hiç solumadım, yüzünü hiç görmedim ama çok özlüyorum." Oturduğum yerden doğrulduğumda saatlerdir burada oturduğumdan belim tutulmuştu. Yaşlı gözlerimi silip yürümeye başladım.

Saat sabahın yedisiydi ve benim işe gitmem gerekiyordu. Saat üçten beri buradaydım çünkü babam annemin mezarına gitmemi istemiyordu. Annemin ölümünden beni sorumlu tutmuştu hep. Ne fotoğraflarını gösterirdi ne de mezarına gitmeme izin verirdi. Haklıydı da.

Mezarlıktan çıktığımda adımlarımı hızlandırdım ve çalıştığım kafeye doğru ilerlemeye başladım. Aslında kafede kahvaltı servisi saat sekizde başlardı ama benim önceden gidip her yeri temizlemem gerekiyordu.

Bulaşıkçıydım ve bu beni çok zorluyordu. Yine de işimi asla bırakamıyordum çünkü bana ben dışında bakacak kimse yoktu. Abim Alp her ne kadar annemin ölümünden beni sorumlu tutmadığını söylese de bana abilik yapmıyordu. Kendince sınır koymuştu aramıza.

Çalıştığım kafeye geldiğimde her zamanki gibi benden önce gelen Kaya'yı gördüm. O garsondu ve geliş saati en geç sekizdi. Neden her zaman benden önce geldiğini anlamıyordum.

"Günaydın Naz." Samimi ve sevecen çıkan sesiyle bende gülümsedim.

"Günaydın Kaya." Tam karşısında durduğumda koyu kahve gözleri yüzümde dolandı.

"Bugün nasılsın?" Ve her sabah sorduğu ilk soruyu bu sabah da sormuş oldu.

Bir yandan çantamdaki anahtarları çıkarırken bir yandan da ona cevap verdim."İyiyim, Kaya. Sen nasılsın?" Anahtarları çıkartıp kapıya eğildiğimde cevap verdi.

"İyiyim bende." Kapıyı açıp içeri girdiğimde Kaya'da arkamdan ilerliyordu.

Kaya maddi durumu iyi olan bir ailenin ikinci çocuğuydu ve o da benim gibi iki yıldır burada çalışıyordu. Ailesinin iyi olan durumuna rağmen neden burada çalıştığını sorduklarında ise kendi ayaklarının üstünde durmak istediğini söylüyordu.

Mutfağa girmeden önce soyunma odasına girip üstümdeki siyah tişörtü çıkartıp kafenin kendisine ait olan bordo tişörtü giydim ve bulaşık yıkarken taktığım beyaz önlüğü taktım. Eşyalarımı dolaba koyup astım.

Odadan çıktığım gibi Kaya içeri girdi ve kapıyı kapattı. Tek bir soyunma odası olduğu için herkes sıra sıra giyinirdi. Ama ben herkesten önce geldiğim için sıra konusunda sıkıntım yoktu.

Mutfağa ilerleyip kahvaltı servisi için olan bulaşıkları çıkarttım ve tek tek silmeye başladım. Burası liselere yakın olduğundan çok işlek bir kafeydi ama lüks sayılabilecek bir yer değildi. İki aşçıyla beraber altı kişi çalışıyorduk. Ben, Kaya, Caner, Işıl ve Sultan ablayla eşi Hasan abi. Zaten kafenin sahibi de Hasan abiydi.

Kaya, üniversiteyi tercihi bir şekilde okumamıştı ve burada çalışmaya başlamıştı. Ama kazandığı bölüm hukuktu. Eğer devam etseydi başaralı bir avukat olabilirdi. Ya da savcı. Ya da hakim.

Caner, mimarlık öğrencisiydi ve bu sene ikinci sınıfa başlamıştı. Sekiz aydır burada yarı zamanlı çalışıyordu ve garsondu. Ailesi başka bir şehirdeyi ve anladığım kadarıyla maddi durumu normaldi.

Işıl, geçen ay giden Mert abinin yerine gelmişti ve hemşirelik öğrencisiydi. Neşeli ve şen şakrak bir kız olmanın yanında dediğim dedik, çapkın biriydi.

Çok farklı hayatlarımız ve çok farklı seçimlerimiz vardı ama kader bizi bu kafede bir araya getirmiş aramızda kalınından incesine bağlar örmüştü.

"Günaydın Millet!" Kuş gibi ince sesiyle Işıl mutfağa girdiğinde temizlediğim bulaşıkları yerine bıraktım ve ona döndüm.

"Günaydın Işıl."

"Günaydın." Benden hemen sonra cevap veren Kaya'da içeri girdiğinde tekrar tezgaha doğru döndüm. Kalan bardakları sildikten kısa bir süre sonra Caner ve Sultan ablabyla  Hasan abide geldi ve yorucu bir gün daha başladı.

^^^

Tüm işler bittiğinde saat nerdeyse ondu. Gün boyunca yine birçok öğrenci ve müşteri gelmişti. Ellerim bir türlü sudan çıkmıyordu. Yorulmuştum ve eve gitmek istemiyordum ama başka bir seçeneğim yoktu. Hiç olmamıştı.

Evin kapısını açıp içeri girdiğimde içerideki sessizlik beni rahatlatmıştı. Normalde her geldiğimde babam uyanık olup televizyon izlerdi ve iğrendiğini belli eden bakışlarla beni izlerdi.

Ayakkabılarımı çıkartıp parmak uçlarımla yürüyüp kendi odama doğru yöneldim. Çok sessiz nefes alıyordum hatta hiç almıyordum. İlk önce babamın odası vardı. Oradan sessiz bir şekilde geçersem bu gece uyuyabilecektim. Tam babamın odasının önünden geçecektim ki ayaklarımdan birisi hafif ıslandı. Karanlıkta ne olduğunu anlamadan da burnuma dolan kötü kokudan da şüphelenerek kapıyı açmaya karar verdim.

Belki de hiç bir şey yoktu ve kapıyı açınca babam beni kovup onu rahatsız ettiğim için kızacaktı. Kapıyı açarak içeri girdiğimde elimdeki çantam az önce ayağımla basıpta ne olduğunu bilmediğim ve şimdi gözlerimle gördüğüm o kan göletinin içine düştü.

Kan. Bir sürü kan. Babamın kanı. Beni sevmeyen, sevmek istemeyen babamın kanı.

Dehşet tüm vücuduma hükmettiğinfe ayaklarım beni taşımadı ve dizlerimin üstüne çöktüm. Dizlerim babamın kanına bulandı.

Buğulu gözlerimi ellerimle zar zor sildim ve dizlerimin üstünde sürünerek kurşunun paramparça ettiği kafasına doğru ilerledim.

Titreyen ellerimle başını kavradığımda buz gibi teni ve açık gözleri içimdeki haykırışı kopardı.

"Baba! Baba uyan! Ne oldu sana!" Kana bulanan ellerimle beraber tekrar çantamı aldım ve telefonumu çıkardım. Puslu gözlerimle önüme çıkan ilk numarayı aradım. Zaten kayıtlı tek numara vardı ve o da abimdi. Arama tuşuna bastıktan sonra kulağıma götürdüm.

Kan kokusu öyle yoğun ve mide bulandırıcıydı ki içinde olduğum şok engel olmasa her an kusabilirdim. Telefon kaç defa çaldı bilmiyorum ama sonunda açıldığında abimin konuşmasına izin vermeden ben konuştum.

"Abi yalvarırım buraya gel! Babam, babam vurulmuş. Nasıl oldu bilmiyorum. Lütfen gel." Hıçkırarak ağlamaya başladığımda Abimin nefes nefese çıkan sesini duydum.

"Ben yaptım Naz! Çabuk çık oradan! Polisler geliyor, çabuk çık evden. Aşağı sokaktaki eski evdeyim. Çabuk gel!" Telefon üzerime kapandığında bile algılarım açılmadı. Kulaklarım derince çınladı ve keskin bir ağrı başıma girdi.

Abim babamı öldürmüştü.

-------

Merhabalar herkese.

Bu yazdığım ikinci aile kurgusu. Aslında daha İsimsiz Sızılar'ın beşinci bölümündeyken yazmaya başlamıştım ama bir türlü devam ettirememiştim. Sonra azar azar yazarım derken ilk bölümü bitirmişim.

İlk bölüm biraz kafa karıştırıcı olabilir ama lütfen normal karşılayın.

Lütfen fikirlerinizi yazın ve oy verin.

Hepinize iyi okumalarr.

YANIK DENİZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin