3. Bölüm: Bir Tomar Para

18 3 2
                                    

Christina nefes aldığı her an fizik dersine çalışıyormuş gibiydi ama hala sınıf birincisi bendim. En ön sırada nefes nefese bir sonraki dersteki sınava çalışıyordu. Maria onu sakinleştirmek yerine kendisi de fizik kitabının her bir köşesini hafızasına kaydetmek ister gibi sayfalar arasında sörf yapıyordu. Sayfaların hışırtısı saat tiktakları gibi beynimde yankılanırken teneffüs zili araya girdi. Fizik öğretmeni bayan Harris'in bir sonraki ders yapılacak olan sınav hakkında verdiği bilgileri dinlemeden sınıftan çıktım. Ne de olsa dün gece çalışmaktan gözüme yalnızca iki saat uyku girmişti.

Ortasındaki havuzda melek heykelleri bulunan büyük bahçede Clara ve Nancy'i görmek alışılmışın dışında bir deneyimdi. Bahçenin en köşe kısmında tuğlalarla betondan ayrılmış çimlerin üzerine rahatça banka oturan Nancy ve ayakta tedirgince tırnaklarıyla oynayan Clara'yı ilk defa yan yana görüyordum. Clara bu sene hiç Angelina'ın dibinden ayrılmayan zayıf halkaydı. Sarı küt saçları gözünün önüne geliyordu ama çekmeye bile zamanı yokmuş gibiydi. Nancy son sınıf olduğu için onuncu sınıfa giden Clara'nın iki katıydı. İnce gözlükleri ve sinsi gülüşüyle dolgun dudaklarını oynatıyordu. Biraz daha yaklaştım. Clara titrek sesiyle:

"Neden?" diye sordu. "Bunu neden yapayım"

"Hadi ama Clara" dedi nancy sinsi gülüşünü yüzüne daha da yayarak. "Biz aynı taraftayız. Sene başından beri seni dışlayıp duruyorlar. O kız Elenour için senden on tane yakar."

Sonra yapmacıklıkla kaşlarını kaldırdı. "Sence de Angelina bir dersi haketmedi mi?"

"Telefonunu ne yapacaksınız?"

"Kendi numarasından ona rahatsız edici mesajlar göndereceğiz."

"Unut gitsin" dedi Clara. "Arkadaşımı satmayacağım." Yine de oradan uzaklaşırken adımlarını tereddütle atıyordu. Bu bile Nancy'nin yüzüne zafer kazanmış bir gülümseme yayılmasına neden oldu...

Öğlen arası çantamı dolabıma sıkıştırıp en alt kattaki yemekhaneye indim. Fizik sınavı beklediğimden çok daha kolaydı. Yine mükemmeldim. Yine alacağım not yüzdü. Kendini sınıfın ineği zanneden Christina ve siyahi arkadaşı Maria son soruda tereddüte düştükleri için delirmişlerdi.

Öğlen yemeğinde bezelye ve çorba vardı. Hiçbir yemeği sevmezdim ama bezelye biraz hoşuma giderdi. Uzun açık büfe tezgahından yemek tabağımı aldım. Aşçı kadın bana herkese koyduğundan biraz daha az yemek koydu. Saçlarındaki bone saçlarını kaşındırmış olmalıydı ve hemen işini bitirip gitmek istiyordu. Ya da benden pek hoşlanmıyordu. Arkamı döndüğümde boş masa kalmadığını görmek geç kaldığım için kendime kızmama neden oldu. Kararsız adımlarla masaların arasına doğru yürüdüm. Üç tane masada boş yer vardı. Angelinaların masası, Catherine ve diğer üç cadısının masası, bir de kumral saçlı, bal rengi gözlü, sarı kirpikli ve sarı saçlı bir kızın masası.

Başka çarem kalmadığı için elimdeki tabakla kumral kızın masasına doğru yürüdüm. Adımımı ona doğru attığımda yan masalardan birkaç gözü üzerimde hissettim. Fısıldaşmalar oldu. Aldırmadan biraz daha yürüdüm. Fısıldaşmalar duyabileceğim boyuta gelince arkamı döndüm. Onuncu sınıflardan Anna masasından kalktı, bana doğru yürüyüp kolumu tuttu.

"Sen aklını kaçırmışsın!" Ona sadece boş gözlerle baktım.

"O bir Herbert. Bilmiyor musun? Babası beş kişiyi öldürdü!" ne dediğni anladığımda boş gözlerim masaya döndü.

Elbette biliyordum. Katili bulmak için güzel bir fırsat.

Onu önemsemeden yürüyüp birkaç adım ötedeki kızın yanına oturdum. Seyirci olmam gereği onunla konuşamazdım ama yüzünün her bir zerresini, çatal tutuşunu ve göz kırpma hızını ezberleyebilirdim. Tek kelime konuşmadan bezelyelerimizi yemeye başladık. Anna ise onaylamaz şekilde başını iki yana sallayarak masasına gitti. Çatalımla nazikçe dürttüğüm bezelye sanki ne kadar beceriksizce hazırlandığını biliyor, mideme girmemekte ısrar ediyordu.

Asil ve sert bir yüzü var. Göz kırpışları düzensiz. Nefes alışları tedirgin. Sürekli bir şey saklıyor gibi. Kumral teni göz kapaklarına ulaştığında gün batımı gibi koyulaşıyor, yüzünde ufak ufak gülücük izleri var. Ama öyle izler ki sanki geçmişten, bir annenin çocuğunu salıncakta salladığı ve çocuğun kahkahalar attığı bir anıya ait gibi. Yine de belirsiz, çok eskilerde kalmış gibi...

Yemeği bittiğinde kız asilce kalktı ve bana döndü. Masa örtüsünü inceleyen gözlerim cesaret edip de onu bulamadı.

"Lila" dedi ve usulca masadan uzaklaştı. Elbette. İsmini ve onunla alakalı diğer tüm şeyleri, bu okuldaki tüm kızlarınkini bildiğim gibi biliyordum...


Öğleden sonra neredeyse hiçbir şey olmadı. Bayan Harris'in sınavı bizim sınıfın ineklerinden Christina'yı bir çeşit depresyona sokmuş olmalıydı ki sarı saçları mısır püskülüne, göz altları patlıcana benziyordu.

"Hadi ama Chris. Dünyanın sonu değil." diyordu Mary bahçedeki melek heykelli havuzu geride bırakırken. Afrika örgülerine su sıçramıştı.

"Babama ne diyeceğimi hiç düşündün mü?"

"Belki de sadece son soruyu yapamadığını söylersin. Tıpkı diğer normal insanlar gibi!"

"Babam sıradan bir insan olsaydı büyükelçi olmazdı bebeğim."

"Hava atıyorum desene sen şuna"

Christina göz devirdi. Gülüştüler.

Onlar, ve diğer tüm öğrenciler sonbaharın yere serpiştirdiği kurumuş yaprakları ezip geçtiler. Bir hışırtı sesi. Sanırım bir şey düştü.

İnce beyaz kaşlarım bir sürü sesin arasında duyduğum minik hışırtının sahibine doğru çatıldı. Oradaydı. Yerde.

Evet, çantamdan bir tomar lastikle tutturulmuş bin dolarlık iki tane banknot düşmüştü. Belki de birisi benimle uğraşmak istemişti. Bundan sonra öğlen arası çantamı dolabıma koymayacaktım.

...

"Bunları çantanda buldun yani?"

"evet efendim" dedim kayıp eşya görevlisine. Elimden parayı alıp çekmeceye koydu.

"Sahte gibi görünmüyor. Müdür beyle konuşurum."

"teşekkürler"

dedim ve odadan çıktım. Çıkış kapısına doğru yürürken arkamdan birinin geldiğini hissettim ama arkamı döndüğümde kimse yoktu...

Aramızdan BirisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin