"Hayır!"
Salonda sessizlik hakim olurken herkes birbirinin yüzünde şaşkınlıkla bakıyordu. Ablam nikah masasından kalkıp gelinliğini hızla toplayıp ağır adımlarla yürümeye başladı. Şu an üzerinde son sahnede her şeyi bitirip noktayı koymuş bir film karakteri duruşu vardı.
Kimse ne tek kelime ediyor ne de ablamın yanına gidiyordu. En sonunda annem şaşkınlığını yenip, "Naz! Ne demek oluyor bu şimdi? Yıllardır bu an için uğraşmıyor musun sen?" Doğruydu.
Ablam, müstakbel eşiyle tanıştığı günden beri evlilik hayalleri kuruyordu. Annemler her ne kadar erken olduğunu düşünüp evliliği ve Oğuz'u kabul etmese bile ablam kararından dönmedi ve sevdiğini koruyup onların karşısına çıkartmıştı.
Üniversiteden mezun oldukları zaman evlilik tarihi almışlardı ve şimdi ablam bütün hayallerini yıkmıştı. Oğuz'a karşı olan büyük sinirimle birlikte neler olduğunu öğrenmenin merakı yarışacak raddeye gelmişti.
Oğuz, ablamın arkasından koşup önüne geçti. "Naz, iki dakika konuşalım lütfen. Güzel günlerimizin hiç mi hatrı yok?"
Oğuz'un yüzündeki kırgınlık ona karşı yumuşamama sebep olsa da ablamın nedensiz bir şekilde böyle yapmayacağına emindim. Kötü, fazlasıyla kötü bir neden olmalıydı.
Ablamın yumruk yaptığı eli sıkmaktan bembeyaz olmuştu. Gözleri dolu dolu hiçbir şey söylemeden Oğuz'un yanından dönüp gelinliğiyle zor da olsa koşarak salondan çıktı.
Oğuz'un koşmasına fırsat vermeden önüne geçtim. "Peşimizden gelme," diyerek ablamın arkasından gittim.
Düğünün yapıldığı otelden çıkmış kapıda park halinde duran arabaya binmeye çalışıyordu. "Neden bu kadar kabarık gelinlik seçtim ki?" Sinirle konuşup bir yandan da ağlıyordu. Ablamı arabaya üç kişi zorla bindirdiğimiz aklıma gelince bu isyanına katıldım. "Bir dahaki sefere düz elbise seçersin," diyerek şaka yapmaya çalışmıştım ama durumun daha da kötüleşmesine sebep olmuştu.
Ablam yere çöküp hıçkırıklarla ağlamaya başlamıştı. "Hayır, hayır. Hiç zamanı değil. Buradan hemen kaçmazsak zombi ordusu bizi parçalayacak." Otelin merdivenlerinden hızla gelen kişilere baktım. Onlara bakarken ahırın kapısını açmış gibi hissediyordum. İçimde bir korku yükselirken ablamı arka koltuğa oturtup arabayı çalıştırdım. Oğuz ve ailesi arabanın yanına gelmiş kapıyı açmamızı söylerken gaza basıp oradan uzaklaştım.
Nereye gideceğimden emin olmayarak yola çıktım. Ablam hıçkırıkların arasından, "Senin ehliyetin yok," dedi. "Tamam iki dakika ehliyet alıp geleyim öyle kaçırayım seni zombilerden olur mu canım ablam?" Ablam cevap vermeyip aynadan bana bakış atıp camı açtı.
Neyse ki küçüklüğümüzden beri arabalarla içli dışlı olduğumdan araba kullanmayı biliyordum ama üniversite sınavına hazırlandığımdan dolayı ehliyet almaya bir türlü sıra gelmemişti.
"Yarın ilk iş gidip ehliyete yazılmak farz oldu, ne olur ne olmaz yine birilerini kaçırmak zorunda kalırsam..." Ablam, burnunu çekip kafa salladı. "Evet sınavın bitince gidip yazıl, bu yaz öğrenmelisin." Durumun saçmalığına güldüm. "Cidden bütün mesele şu an bu mu?" Az önce yıllardır sevdiği adamı nikah masasında reddetmemiş gibi benim ehliyete yazılmam hakkında konuşuyorduk.
Boğazın oraya geldiğimizde yeterince uzaklaştığımızı düşünüp durdum. "Eve mi gidelim yoksa biraz hava almak ister misin?" Ablam kafasını yuvasına sokmuş kaplumbağa gibi göğsüne doğru eğmişti. "Eve gidelim diyeceğim ama annem bin saat konuşacak şu an kaldırabileceğimi sanmıyorum."
Etrafıma bakarken caddeki butikler dikkatimi çekti. "Şu butiklere gidip üstünü değiştirelim hadi."
Arabadan inip oraya doğru yürürken bütün kafalar bize dönüyordu. Galiba makyajı akmış, topuzu dağılmış, bembeyaz gelinliği yere oturduğu için toz toprak içinde kalmış bir gelin hayatlarında hiç görmemişlerdi. Oysaki ne kadar sıradan bir durumdu değil mi?
Butiğin kapısını açınca içerideki kadınlardan koro halinde, "Aa!" nidaları yükseldi ve ablam yine ağlamaya başladı. "Berbatım." Onu sandalyeye oturtup, "Hayır, harika gözüküyorsun," diyerek ona uygun kıyafet seçmeye başladım.
Herkes ablamın yanına toplanmış ne olduğunu sorup duruyordu ve ablam küfürler beddualar yağdırıp duruyordu. Kıyafet seçimim bitince hep beraber Oğuz'a söven kadınların yanına gittim. Ablama kıyafetleri verdikten sonra sandalyeye oturdum.
Ablama yardıma gidenler hariç üç dört kişi tepemde durmuş bekliyorlardı. Orta yaşlı bir teyze, "Oğlum ne oldu?" diye fısıldadı. Dedikodu başlangıcı mıydı bu? "Az önce birlikte sövüp sayıyordunuz teyze, öğrenemedin mi?" Kahkaha atarak koluma vurdu. "Kadın dayanışması. O öyle küfürlere başlayınca biz de gaza geldik." Alkış yapıp ayağa kalktım. "Ben de bilsem ne olduğunu durmaz hemen anlatırdım ama işte hiçbir fikrim yok, kusura bakmayın."
Ablam da kabinden çıkınca parayı ödeyip denizin oradaki banka oturduk. Ablam butiğin yanındaki kafeden aldığımız içeceği bir dikişte bitirip, "Bana alkol lazım, Emir." dedi. Gözlerimi büyütüp ablama baktım.
"Sen içmezdin."
"Kafayı bulup azıcık unutmam lazım."
"Ama sonra daha beter olursun." Kafası karışmış bir şekilde bana baktı. "Yılların içicisi gibi konuşma benimle, bebek." Gülüp spreyden dolayı sertleşmiş saçını sevdim.
"Sıkıntın her neyse onu alkolle çözemezsin, unutmak bir çözüm olsa herkes alkolik olurdu. Kabullenip hayatına devam etmenin bir yolunu bulacağız seninle, var mısın benimle?" Elimi ona uzattım. Tutarken, "Edebiyatçıya bak, kafiye mi yapıyorsun bana?" diyerek o da saçımı karıştırdı.
"Elbette iyi olacağım. İki haftadır bunu planlıyorum ama böyle yıkıcı bir etki yapacağını hiç düşünmemiştim. Yıllarımı geçirdiğim adamı silip atmak çok zor geldi. Sen ne olursa olsun kimseye böyle bağlanma tamam mı, güzel kardeşim?"
Elimi öpüp yaşlı gözlerle bana baktı. Gelişigüzel kafamı salladım, ne olacağını bilemezdim ve şu an gelecek hakkında konuşmanın zamanı değildi.
"Beni bırak, Oğuz pisliği ne yaptı sana onu söyle?" Ablamın kendiliğinden demesini beklemiştim ama sormadan söylemeyeceğini anlamıştım.
"Aldattı. İki hafta önce gördüm. Birisiyle öpüşüyordu. O an gidip onları parçalamak içimden geçse de herkesin önünde onu rezil etme düşüncesi beni durdurdu. İntikamla yanan içim soğur sanmıştım ama hiçbir halta yaramadı. Bomboş hissediyorum, ufak bir detaymış gibi." Dişlerimi sıkıp ayağımı yere vurdum. "Keşke bir güzel dövseydim onu. Ablam kahkaha atınca irkilerek ona baktım, bunu hiç beklemiyordum. "Sen kimseye el kaldıramazsın ki, yufka yüreklim." Maalesef ki haklı oluşuna dişlerimi daha da sert sıktım.
Şiddetin hiçbir zaman çözüm olmadığını biliyordum, sevginin muazzam bir duygu olduğuna inanıyordum. "Doğru diyorsun, kendimi yormakla kalacaktım. Şerefsiz, buna rağmen hâlâ neden seninle evleniyordu? Başkasını seviyorsan bıraksana."
Ağlama sesi duyunca dediklerimin biraz fazla olduğunu fark ettiğimde her şey için geç kalmıştım. "Özür dilerim, senden daha iyisini kesin bulamamıştır ama saygılı bir şekilde ayrılabilirdiniz. Bunlara gerek kalmazdı."
Ablamın ağlaması çoğalırken en iyisi susup sadece sarılmam gerektiğini fark ettim. Kollarımı vücuduna dolayıp başını göğsüme yasladım. Saçlarını sevmeye başlamamla yavaşça sessiz sessiz ağlamaya başladı.
Benim ablam güçlü bir kadındı. Kendisini zamanla toplayıp harika bir şekilde ayağa kalkacağına emindim. Kendimden çok ablama inanıp, güveniyordum.
Saat gece yarısını geçerken annemler aklıma geldi. Hiçbir haber vermeden uzaklaşmıştık. Ablamın uyuduğunu fark edince cebimden telefonu almaktan vazgeçip dolunayı izlemeye başladım.
O an kendime kimseyi kendimden çok sevmeyeceğime dair söz verdim. Birine bağlanıp sonra hayal kırıklığına uğramak bu hayatta isteyeceğim son duygu bile olamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
potkal - bxb
Short Storyuzak durmanız gereken bazı insanlar vardır. fakat yiğit emir uzaklaştıkça tuğra'ya daha da yakınlaştığının farkında değildi.