10

609 109 37
                                    

"tüm cinayetlerin vahşi hayvanlar tarafından işlendiğine inanıyor musunuz gerçekten, şerif?" diye mırıldandı, taehyung. tam şu an, şerif jeon'un tek katlı evinin arka bahçesindeydiler. dedektif kim, bahçe salıncağına oturmuş kendi kendini sallarken elindeki viski bardağın dışından döküleyazıyor ve toparlanıyordu. şerif jeon ise tam karşısında, bahçe takımı koltuğuna oturmuş sohbete ayak uydurmaya çabalıyordu.

"burada yıllardır yaşıyorum, dedektif. binlerce vahşi hayvan saldırısı gördüm. burası sakin, sessiz bir kasaba. seri katil ihtimali bile kimsenin aklına gelmezken vampirlerden söz edilmesi saçmalık gibi geliyor." diyerek açıkladı kendini şerif. "tabii, siz üzerinize alınmayın. işinize saygım var, tam olarak ne olduğunu anlayamasam da."

kim taehyung, salıncağı itmek için çimlere temas eden ayakları mı yoksa dakikalardır içtikleri viski mi onu bu denli mayıştırdı anlayamasa da, vücudundan birkaç volt negatif enerjinin uçup gittiğini hissedebiliyordu. tam da bu yüzden, şerifin cümlelerine çirkeflik yapmak yerine güldü.

"otuz iki senelik ömrümde şahit olduğum şeyleri görseydiniz eğer, inanın iki kere iki'nin beş yaptığına bile inanırdınız." ardından ufakça esnedi. bakışlarını karşısında oturan şerife çevirdi. ilgiyle kendisini takip eden gözlerin içine baktı. "bundan çok uzun yıllar önce, bir vampir klanına denk geldim. new york'un güvenli olduğunu sandığım bir bölgesiydi. ne zaman onların bölgesine yaklaşsam, ileri gitmemi engelleyen bir kalkan ortaya çıkardı. uzun yıllar sonra öğrendim ki, bu vampirler cadılarla iş birliği içindeymiş. şaşırtıcı olan da bu ya, vampirler ve cadılar birbirlerinden nefret ederler."

şerif jeon, anlattığım hikayeye karşın sıcak bir tebessüm bıraktı ve gözleri yüzüme dalıp gitti. sanki benim anlattığım bir hikaye değilmiş de, kendi yaşadığı ve orada bulunduğu bir anıyı anlatmışım gibiydi surat ifadesi, tepkileri.

"öldürebildiniz mi vampirleri?" diye sordu. sesinde alay tınısı aradım ancak yoktu. sahiden meraklıydı. viskisinden bir yudum aldı. "öldürdük. partnerim ve ben... içeri giremediğimiz için, dışarıdan müdehale ederek ateşe verdik depoyu."

şerif jeon, yerinde kıpırdandı. gözlerimin içine balmaya devam ediyordu. ruhumun içinde bir şeylerin parçalanmış olduğunu görüyor gibi hissetmiştim.

"partneriniz mi vardı?" diye sordu. olumlu anlamda kafa salladım ve salıncağı daha kuvvetli ittirdim. gecenin geç saatlerinde, sağlam bir rüzgar esti ve saçlarımı uçuşturdu. "o zamanlar yalnız avlanmıyordum. önemli bir şey değil." diye mırıldandım. "sadece, öldü mü kaldı mı bilmiyorum." ardından gözlerimi hafifçe kıstım. şerif jeon'u incelemeye başladım. bu esnada o bana yanıt verdi.

"ölmesini mi isterdiniz?"

ölmesini mi isterdim?

şerif jeon, simsiyah, uzun saçları ve kuzgun rengi gözlerine rağmen, elmacık kemikleri ve burun çizgisinde taşıdığı tatlı çiller; yanağındaki yara izi, bembeyaz teni ve kan kırmızı dudaklarıyla tüm odağını bana vermişken; aklıma getirdiği isimde duraksadım.

jeoseph.

nasıl olur da hatırlayamadığım bir yüz, bir insanın enerjisi ve vücuduna tam uyardı?

"ölmesini istemezdim." diye söyledim kararlılıkla. bu kez ben de şerifin gözlerinin içerisine istikrarla bakıyordum. "on yıl öncesinde bahsettiğin kişi mi bu?" diye sorguladı. şerifti sonuçta, parçaları birleştirmesi normaldi. "hâlâ onu düşünüyor musun ki? on yıl geçmiş. ölmüş olması bir şeyi değiştirir mi?" gerçekten de merak ettiği için sorduğu belli olan soruları hızla sıraladığında, kocaman bir sarhoş kıkırtı saldım arka bahçeye.

birden oturduğum salıncağı durdurdum ve öne doğru eğilerek şerif jeon'u yakasından tuttum. yüzümün oldukça yakınında olan yüzünde büyük bir şaşkınlık ifadesi olsa da, irislerinde parıldayan oyuncu ışıltıları görebilmiştim. "hatırlayamadığım her şeye benziyorsun." diye mırıldandım. sorgulayıcıydı ses tonum. ardından ekledim.

"ölüp ölmemesi çok şeyi değiştirir, şerif. o ölmezse ben ölürüm."

şerif jeon, kaşlarını iyice çattı ve geriye çekilmek için hamle yaptı. ben de gülerek karşısındaki yerime geri döndüm. "anlayamadım?" diye sorguladı hızlıca. "sizin inanmadığınız yaratıklar dünyasında, kan yemini denen bir şey var, şerif." burukça tebessüm ettim. "onu ellerimle öldüreceğim. ve eğer bunu yapamazsam... ölecek olan benim." güldüm. "dört ayım kaldı." diye söyledim. "kan yemini ettiğinde yerine getirmek için on yılın vardır. dört ay sonra on yıl olacak."

şerif jeon, yutkundu. yerinde kıpırdandı. içi içine sığmadı sanki o anlarda. elindeki bardağı masanın üzerine koydu. elinin tersiyle ağzını sildi. boğazını temizledi. gerilmişti.

"bulabildin mi peki onu?"

"aramadım ki."

şerif jeon, gözlerindeki parıltıları yavaş yavaş sönmüş şekilde bana baktı. göğsü inip kalkıyordu. kaşları çatılmıştı ve fazlasıyla huzursuzdu.

"korkmayın, şerif."diye mırıldandım, viski bardağını sertçe masaya bırakırken. "zaten siz bunlara inanmıyorsunuz. dakikalardır hikayelerini anlatan bir şizofrenmişim gibi bakıyorsunuz bana." tekrar güldüm. bu gece çok fazla gülmüştüm. "ben gideyim artık."

"burada kalın. sabaha gidersiniz." diyerek hızla ayaklandı, şerif. "eğer dışarılar söylediğiniz gibi tehlikeliyse, bu saatte dışarı çıkmanızı istemem."

"bana zarar vermek o kadar kolay değil, şerif jeon." dedim ve kıkırdadım. "bana zarar verebilmek için spesifik bir insan olmak gerekiyor."

usulca ayağa kalktım ve cebimdeki sigara paketine uzanırken çıkışa doğru ilerlerdim. peşimdeki adım seslerini duyuyordum.

"dedektif." diye sorguladı. "peki ya onu bulursanız... öldürecek misiniz? en azından kendinizi kurtarmak için?"

arkamı dönmedim. sadece adımlarımı durdurdum. sigaramı elimdeki çakmakla tutuşturduktan sonra mırıldandım.

"bu yemini onu öldürmek için etmedim. karşıma çıkması için ona on yıl süre verdim. gelseydi ölmezdim muhtemelen, o beni kurtarmanın bir yolunu hep bulmuştu fakat- eğer gelmezse, ki gördüğünüz gibi çok da zamanım kalmadı, öleceğim. kendi kendimi öldürmek zorunda kalmayacağım en azından." diye mırıldandım.

sonra sakince omzumun üzerinden arkama baktım. şerif jeon, elinde sımsıkı tuttuğu viski bardağı ve ayaklarıma eğdiği başıyla birlikte arkamda duruyordu.

"ama çok pişmanım." diye devam ettim. "yüzünü bile hatırlayamadığım bir adam için ölmek istemiyorum."

rüzgar yiyen suratım, beni yavaş yavaş ayıltmaya başladığında; bu gece kendimle alakalı çok fazla bilgi paylaşımı yaptığımı düşünerek hızlıca çıkış kapısına ilerlemeye başladım. benim için yavaş ve ağır geçen bir geceydi. tam da bu esnada, beni koşarak bahçeden uzaklaştıracak bir şey oldu.

"taehyung!"

ismim, şerif jeon tarafından seslenilirken duyduğum tını yüreğime o kadar tanıdık geldi ki; vücudumdan bir elektriklenme ve kalbimden kocaman bir sızı geçti. arkamı dönüp bakamadım bile. ismimi bu tonda, bu ses biçimiyle daha önce de duyduğum deja vu'su topuklarıma vurmuş gibi kaçtım bahçeden.

motele varmasaydım, kasabayı bırakıp kaçacak kadar gerilmiştim.

o an şerif jeon hakkında hiçbir şey öğrenmek istemediğime karar verdiğim ilk andı. bazı oyuklar eşelenmemeliydi.

oooffff ooffff OOFFFF COCUKLAR

toothed heartHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin