6

179 32 107
                                    

Sıralı ağaçlar, koyu çimler, hafif sertleşmiş toprak yol...

Jimin Pamir'in sert havalı bir yer olduğunu bilirdi ancak bu kadarını beklememişti.

Gözleri arabanın camından dışarıyı seyrediyor her seferinde kalınlaşıp rengi koyulaşan ağaçları sayıyordu içinden.

Şafak sökmeden arabaya binmişlerdi. Bir süre karanlık orman yolunu izlerken uykuya dalmıştı.

Zira uyanık olduğu üç saatten beridir mola vermemişlerdi. 'Muhtemelen mola verildiğinde ben uyuyordum.' diye düşündü prens.

Kral ve kraliçe bir öndeki arabada, kendisi ise arkadaki arabada tek başına öylece oturuyordu.

Yanında getirdiği aynada bir süre saçlarını ve yakalarını düzeltse de şimdi boş boş yolu seyrediyordu.

Uyandığından beri daha bir halsizdi. Burnu artık silmekten yaralanmış, gözleri kan çanağına dönmüştü.

Bir şeyler yemek istiyordu fakat asla iştahı yoktu. Üzerindeki kıyafetler tenini yakıyordu.

Ateşi vardı.

Bazen öksürükleri öylesine şiddetli geliyordu ki göğsü ağrıyordu.

At arabası hafifçe sarsıldığında tekrar cama çevirdi başını. Toprak yoldan taş zemine çıktıklarına göre en fazla yirmi dakika içinde varmış olacaklardı.

Derince bir iç çekti Jimin. Kimseyle dalga geçecek enerjisi yoktu bile. Yoksa ölecek miydi? O yüzden mi bu kadar halsizdi?

Abartılı şekilde geriye yaslanarak başını tuttu. "Tanrım daha ölemem," Tıkalı burnunu seslice çekti. "şehrin orta göbeğine çıplak heykelimi daha dikmedim." Elini başına yaslayarak gözlerini kapadı.

Biraz daha saraya yaklaştıklarını hissediyordu. Koltuğa attığı el aynasını tekrar eline aldı hızla.

Gözlerinde kırmızı ince damarlar ortaya serilmiş, burnu ise domates kadar kırmızı görünüyordu. Üstelik burun kenarlarındaki kuruyup yara olmuş ince derisi fazla berbat görünüyordu.

Sanki tüm sümüğünü çıkartmış ve burun kenarlarına yaymış gibi...

Ağlamaklı şekilde kaşlarını çattı Jimin.

"Gerçekten berbat görünüyorum." Bir parmağını gözünün altına getirip gözünü aşağı doğru çekti. Gözlerinin altı daha da kızarık görünüyordu.

'Keşke gelmeseydim.' diye düşünüyordu.

Yani cidden gelmişti ve şimdi ne olacaktı? O saçma davette tüm partner şansını kaçıracak, soylular arkasından konuşacaktı. Üstelik bu şekilde sürekli burnunu çekip hapşırırken nasıl toplantıya katılacaktı?

Derin bir nefes aldı... Onu da yapamıyordu ya!

"Ayh! Çıldıracağım!" Dışarıdan duyulmasına dikkat etmeden sinirle bağırdı. Karşısındaki koltuğa tekmeler savuştururken oturduğu yerde biraz daha aşağı kaydı.

Gömleği pantolonundan dışarı çıkarken ceketi de kırışmıştı. Yakaları bile bozulurken dağınık saçlarıyla delirmiş bir görüntüsü vardı.

Askerler ise şaşkınca saraya ilerliyordu. Pek şaşırmamışlardı ancak arabadan yükselen çığlığa karşı Pamir'in muhafızları kendilerine dönüp bakmıştı. Bu şekilde dikkat çekmek kendilerini de küçük düşürüyordu.

Sarayın görkemli girişi göründüğünde en öndeki asker gür şekilde seslendi. "İki dakika sonra Pamir sarayına varacağız."

Duyduğu ses ile hızla kendine çeki düzen vermeye çalıştı Jimin. Koltukta diklenip önce gömleğini düzeltip, uçlarını pantolonuna sıkıştırdı. Az çok kırışan ceketini vurarak düzleştirmiş en son bozulan yakasını nazikçe çekiştirdi.

The Irresistible PrinceHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin