4

185 31 28
                                    

"Yani gerçekten beni bu kadarlık şeyle yıldırabileceklerini mi düşünüyorlar?" Ellerini havaya hiddetle kaldırmıştı Jimin. Sadece ot yiyen, arada kendisine bakan ata karşı. "Sessizliğini evet olarak kabul ediyorum Odya." Burnu havada bir tavırla kollarını önünde bağladı.

Kısa süren sessizliğinin ardından derince bir iç çekmişti. Bu ormanlık alana ne zaman geldiğini kestiremiyordu. Veya ne kadar zamandır burada atına karşı nefretini kusuyordu...

Bir, iki belki de dört saat. Açıkçası at üzerinde ilerlemekten yorulduğu zaman atın üzerinden inmişti, bir süre de öyle küfür etmişti. 

O nedenle bu işin saatlerini aldığına emindi.

Zira atına atlayıp kasabadan uzaklaştığında hava aydınlık, gökyüzünde tek bir bulut bile yoktu. Şimdi ise hava bulutlarla kaplı, etraf lacivert bir karanlıkla örtülmeye yakındı. 

Ağacın dibindeki kayanın üzerine oturarak yerden bir kozalak aldı eline Jimin. "O herifin şunun kadar beyni olduğunu bile düşünmüyorum Odya."

Kozalağın yaprak görünümlü kısımlarını parmak uçlarıyla yoluyordu. "Ne dedin Odya? Vulcan bir sik kırığı mı? Oh! Kesinlikle öyle! İşte böyle açık sözlü ol beneklerinden öperim seni." Kaşlarını kaldırarak gerçekten at konuşuyormuş gibi bir tavır takındı prens. 

İkinci kez sustuğunda elindeki kozalağı gelişigüzel fırlattı. Gözü kahverengi kozalağı takip ediyordu ağır ağır. 

Havanın artık daha da karardığını fark ettiğinde derince nefes aldı. Bu kadar uzun zamandır burada bir at ile konuşmak delice gelmişti. 

Ancak şu an kafasını daha farklı şeylere yormalıydı. Örneğin bilmediği bir ormanda akşam kalmak gibi...

"Aaa, tamam Odya'm seninle her konuda aynı fikirdeyim şimdi ise geri saraya döneliyiz sanırım." Tedirgince oturduğu kayadan kalkarak kumaş pantolonunu çırptı hızla. 

Çevresine kısa bir bakış atarak atın yularını tuttu. Havanın iki dakika içerisinde daha çok karardığında yemine edebilirdi Jimin!

Hızla atın üzerine çıkarak yolu görebildiği kadar taramıştı. "Sanırım bu yoldan ilerleyeceğiz. Hm?" Korkuyla atın başını okşadı. 

Karanlıkta, silahsız ve ışık kaynağı olmadan var olmak dahi tehlike ötesi bir durumdu. 

Beyninde çoktan kurtların, bir ayının ve dört ayaklı herhangi bir yırtıcının kendini parçaladığını düşlemeye başlamıştı. 

Bir yere çarpmayı umursamadan atın yularını vurarak hızlanmasını sağladı prens. Önceliği en kötü bir patika bulmaktı. Ormanın ortasından çıkması gerekiyordu. 

Tedirginlik tüm bedenini hapsettiğinde tüm alıcılarını açık bırakmıştı. Atın ezdiği kuru dal parçalarına bile endişeyle karşılık veriyordu. 

"Hadi hadi Odya biraz daha hızlanmalısın." Fısıltısı eşliğinde atın üzerinde biraz daha küçüldü Jimin. Yuları elleri arasında sonuna kadar sıkıyordu. 

İki patikaya giden yol ayrımına geldiğini fark ettiğinde atın yularını tutup hızla çekti. Karanlıkta ormanda kalmaktan korkuyorsa da ağaca toslamak yapacakları arasında değildi.

Şimdi asıl sorun daha farklıydı...

Bu patikalardan hangisi Yuldur'a, Park Hanedanına gidiyordu?

Vaktini kaybetmemek adına iç sesini dinlemeyi tercih etti Jimin. Gözlerini sıkıca kapatarak sağ tarafa doğru atın yularını çekmişti. 

The Irresistible PrinceHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin