5

16 6 0
                                    

Jaehyun

Doğruca eve gitmemiştim. Neden bilmiyordum ama içimden gelmemişti. Ellerim hâlâ titrediğinden, direksiyonu araç kullanma yaşını çoktan aşmış bir nine gibi sıkı sıkıya kavrıyordum.

Kimdi bu Johnny denen adam? Savunma Dairesi'nden bir memur olmadığı kesindi; tabii eğer kurum takım elbisenin yerine bir kumaş pantolonla tişörtü ve sıfıra vurulmuş saçların yerine de gerçekten yumuşacık görünen saçları benimsemediyse. Kesinlikle çok güzel saçları vardı.

Ne diye adamın saçını başını düşünüyordum ki? Johnny SD için çalışmıyorsa, o zaman kimin için çalışıyordu? Peki ya Ulusal Güvenlik ne alakaydı? Bu iki grup birlikte mi çalışıyordu? Aklım o kadar karışmıştı ki kafamı direksiyona vurmak istiyordum.

Şu an beynim ne kadar bu sorularla meşgul görünse de, pazartesi gecesine dair anılarım hala çok tazeydi. Birdenbire ortaya çıkan, insanüstü bir hızla gözlerimle takip edebileceğimden çok daha hızlı hareket eden ve sonrasında bir arabayı havaya uçurmaya ve arkadaşımın hayatını sona erdirmeye yetecek kadar güçlü ışık yayan bir adam görmüştüm. Kendimi delirmiş gibi hissediyordum. Muhtemelen Hyejin de Joon'un bir ampule dönüştüğünü gördüğünde kendini böyle hissetmişti... ama ben ne gördüğümden çok emindim.

Bir süre amaçsızca dolaştıktan sonra soluklaşan öğleden sonra güneşi Busan caddelerine vururken eve dönmeye karar vermiştim.

Yaşadığım dört katlı apartmanda çoğunlukla orta yaşlı kiracılar oturuyordu. Çok azının çocuğu olduğundan, ortalık genellikle sessiz sakindi. Hyejin paramın olmasına rağmen neden böyle bir yerde yaşadığımı çok sorgulamıştı çünkü buranın kendisine hep huzurevini hatırlattığını söylerdi. Haksız sayılmazdı aslında. Ancak göz önünde olan bir babadan sonra biraz kişisel alan istiyordum ve insan içine karışmaktan, onlar gibi görünmekten daha iyi bir yol yoktu.

Otomobilimi bana ait park yerine çektikten sonra apartmanın açık kapısından girip merdivenlere yönelmiştim. Paranoyak bir manyak gibi beş saniyede bir arkamdan gelen var mı diye kontrol etmediğim için kendimle gururlanarak dördüncü kata ulaştım ve bir dahaki sefere kendime giriş kattan bir ev tutmam gerek diye aklımın bir köşesine yazdım.

Market dönüşü aldıklarımı taşımak tam bir işkence oluyordu.

Uzun ve dar sahanlık boyunca ilerlerken bu tür dünyevi sıkıntılara odaklanmak bana iyi gelmişti. Normale yakın bir ruh halini korumanın belki de tek yolu, bu gibi anlamsız konuları düşünmekti. Böylelikle hayatımın bayat bir ekmek gibi un ufak olduğu hissine kapılmıyordum.

Dairemin kapısının önünde durdum ve anahtarımı kilide sokarken başımı hafifçe yana eğince saçlarım gözümün önüne düştü. Fakat başımı kaldırıp onları düzeltmeye çalışmamı engelleyen ilk şey hissettiğim o garip duyguydu. Ensemden aşağı sürünen o ürperti yine buradaydı. O kadar güçlü bir histi ki bunu göz ardı edemezdim. İnsanı tepeden tırnağa saran, ağır ve karanlık bir duyguydu. Boğucuydu. 

Yine izleniyordum. Kapıyı bir santim kadar aralayıp omzumun üstünden geriye, sahanlığa baktığımda orada bir adam duruyordu. Kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki bir saniye için kalp krizi geçirdiğimi sanmıştım fakat bu otoparktaki adamdı. Johnny değil, ötekiydi. 

Adamın kum rengi gözleri koridorda daha da açık görünüyordu. Elleri keten pantolonunun ceplerinde, ütülü polo yaka tişörtüyle orada gayet zararsızmış gibi duruyordu. Bir erkek giyim markasının yürüyen -şey, daha doğrusu, dikilen ve nefes alan bir reklamı gibi görünüyordu. Adamla göz göze geldiğimizde bana hafifçe gülümsemişti. 

Asenis-σκιά - johnjaeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin