7.Bölüm: "Gölgedeki ikiz"

1.7K 77 16
                                    

Keyifli okumalar!

☼︎

Karşımda annem ve Yavuz Bey vardı. Ama neden gelmişlerdi? Daha önce beni önemsemeyen bu insanlar, şimdi neden karşımdaydı?

Ali Bey, yerinden sinirle kalkarak, "Sizin ne işiniz var burada?!" diye bağırdı. Ayberk, Erman ve Gencay da onun arkasında yerlerini almış, sinirle gelenlere bakıyorlardı. Oysa ben, olan biteni anlayamadan korkuyla ne olacağını bekliyordum. Annem alayla güldü, bu gülüşü beni her zaman rahatsız ederdi. "Kızımı almaya geldim. Onu sizin gibi pisliklerin yanında bırakacak değilim."

Pisliklerin yanına bırakmak mı? Annemin bu kelimeleri, karşımdakilerin ruhunda derin yaralar açmış olabilir miydi?

Yavuz Bey, kolunu annemin beline doladı ve gözlerinde kibirle bize sinirle baktı. "Karım doğru söylüyor. Çilay’ı almaya geldik."

Ali Bey, sinirle, "Çilay’ı alamazsınız! Gidin buradan!" dedi. Bu esnada Yavuz Bey’in bakışları bana döndü. Korkuyla yutkundum. Bakışlarındaki o sertlik, hiçbir zaman bana iyi niyet taşımıyordu.

Yavuz Bey, dudaklarına ince bir alay yerleştirerek konuştu: "İsterseniz bunu Çilay’a soralım, ne dersiniz?"

Annem de hemen ardından, daha da keskin bir sesle konuştu: "Evet, Çilay. Söyle bakalım, kiminle gitmek istiyorsun?"

Herkesin gözleri bana çevrildiğinde gergince tırnaklarımı avuç içime geçirdim. Sessizce ama net bir şekilde, "Ben burada kalmak istiyorum," dedim.

Bu sözlerimle, annem ve Yavuz Bey sinirle yüzlerini buruşturdular. O an, Ali Bey’in yüzünde hafif bir tebessüm gördüm. Şaşkındım. İlk defa bana bu şekilde gülümsüyordu.

"Duydunuz Çilay’ı. Şimdi gidin buradan. Ayrıca, en kısa zamanda velayet davası açacağım," dedi Ali Bey, kararlı bir sesle.

Annemin yüzü sinirden kıpkırmızı olmuştu. Yavuz Bey ise tepkisizdi; zaten beni istemediğini çok iyi biliyordum. Onun için yalnızca annemin gözüne girmek adına bir piyon gibiydim. Salak değildim, bunu anlamak zor değildi.

Annem son bir kez bize bakarak, "Kızımı size asla vermem. Yakında alacağım onu buradan," dedi ve sinirle evden çıktı. Yavuz Bey de hemen ardından onun peşinden gitti.

Ali Bey derin bir nefes aldıktan sonra, bize dönüp sakin bir sesle, "Siz oturun. Ben işe gidiyorum. Üzülmeyin, her şeyi halledeceğim," dedi ve evden çıktı. Ancak yüzündeki endişe, olanların onu etkilediğini açıkça gösteriyordu.

Aniden gelen bardak kırılma sesiyle irkildim. Döndüğümde Gencay’ın masadaki bardağı yere fırlattığını gördüm. Dudakları titriyor, gözlerini sıkıca kapatıyordu. Sanki kendini ağlamamak için zorluyordu. Hırsla üzerime yürümeye başladı.

"Senin yüzünden kaç yıl sonra o kadını gördüm! Mutlu musun?! Niye geldin ki sen? İstemiyorum seni! Defol git!" diye bağırdı. Ayberk ve Erman hemen yanına koşup onu kollarından tutarak sakinleştirmeye çalıştılar. Ancak Gencay, öfkeden olduğu yerde kalakaldı.

Onun bu öfkesinden korkuyordum. Daha fazla kendini tutamadı ve gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı.

"Keşke geberseydin! Her gün gebermen için dua edeceğim! Keşke kardeşim olmasaydın!" diye bağırarak abilerinin kollarını öfkeyle kurtardı ve üst kata doğru koşmaya başladı.

Sözleri içime bir hançer gibi saplanmıştı. Gözyaşlarımı tutmaya çalışarak merdivenlere yöneldim. Beni burada istemediklerini hissetmek, dayanılmaz bir acı veriyordu. Merdivenleri çıktıktan sonra odama doğru yürüdüm ve kapıyı açarak arkamdan kapattım ardından kilitledim. Sessizce yatağıma uzandım ağlamaya başladım. Avucumu ağzıma bastırarak sesimi dışarıya duyurmamaya çalışıyordum. Gencay’ın söylediği sözler, kalbimi kırmıştı. Kim bu kadar ağır sözlere dayanabilirdi ki?

Saatler geçmiş olmalıydı. Gözlerim şişmiş ve yanıyordu. Telefonuma baktığımda akşam yedi buçuk olduğunu fark ettim.

Kalkıp üzerimi değiştirdim. Aynadaki görüntüm berbattı; burnum kızarmış, gözlerim kan çanağına dönmüştü. Yine de yüzüme sahte bir tebessüm kondurup odamdan çıktım. Yemek odasına vardığımda içeridekiler çoktan yerlerini almıştı. Gencay, her zamanki alaycı bakışlarıyla beni süzdü. "Geldin mi prenses?" diye sordu, alayla.

Göz devirdim ama lafını uzatmadım. Yerime oturdum. Akşam yemeğinde balık vardı ve pek sevmememe rağmen mecburen yedim. Sessizce yemeğimizi yerken Ali Bey bir anda konuştu:

"Yarın Gökay eve geri dönüyor temelli. Tedavilerine buradan devam edecek."

Bu sözleri duyar duymaz masadakilerin yüzüne büyük bir mutluluk yayıldı. Sürekli somurtan Gencay’ın bile yüzünde bir tebessüm vardı.

Ayberk, heyecanla, "Onu çok özledim," dedi. Hemen ardından Erman ve Gencay da "Ben de," diyerek duygularını paylaştılar.

Merakla sordum: "Gökay kim?"

Bir anda herkesin gözleri bana döndü. Ali Bey gergin bir şekilde, "Gökay, senin ikizin. Yurt dışında tedavi görüyordu," dedi.

Bir ikizim mi vardı? Bu zamana kadar neden bana kimse bir şey söylememişti?

Merakla sordum: "Ne tedavisi?"

Odada ölüm sessizliği oldu. Gencay ve Erman’ın gözleri doldu. Ayberk, derince yutkunarak başını eğdi. Ali Bey üzgün bir ifadeyle, "Önceden geçirdiği bir kaza yüzünden yürüyemiyor," dedi.

Şok içinde nefesimi tuttum. Ali Bey, sözlerini sürdürdü: "Ama tedavi oluyor. İnşallah yakında yine sağlıklı bir şekilde yürüyecek."

Gülümsedim ama bu sahte bir gülüştü. İçimdeki fırtınalar, yüzüme yansımamıştı.

Benim bir ikizim vardı ve yürüyemiyordu... Bu evde, daha öğrenecek ne kadar sır vardı acaba?

☼︎

Çilay'ın ikizi var, bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bölümü beğendiniz mi?

Bölüme oy vermeyi unutmayın lütfen.

Sonraki bölümde görüşmek üzere!

KIRIK KALPLER Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin