Merhaba arkadaşlar. Yeni bir bölüm yeni bir gün ve yeni saatler. Hepinizi çok seviyorum. Lütfen oy ve yorumlarınızı hikayemden esirgemeyin. Daha ilk hikayem ve sizlerin hikayemi fark etme olasılığınız çok az. Sonuçta burda yüz binlerce hatta çok çok daha fazla hikaye vardır. Fakat benim hikayem fark edilmedikçe üzülüyorum ve yeni bölüm yazma hevesim azalıyor. Benim hevesim azaldıkça da bölümler sıkıcı oluyor. Ama bugün hikayemin fark edileceğini umarak kendimi heveslendirdim. Ve umarım sizin beğeneceğiniz bir bölüm yazmışımdır. İyi okumalar... Ha bu arada multimediadaki bir önceki bölümde Azra'nın kaybolduğu orman. Ama ordaki kız Azra değil . Sonuçta orda mevsim yaz, bu kız kışlıkları giymiş... Neyse tekrardan size iyi okumalar dilerim...
☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆Gözlerimi yavaşça aralayıp etrafıma bakındım. İlk olarak en son ne olduğunu hatırlamaya çalıştım. En sonunda ormanda kaybolup sonra da düşüp bayıldığımı hafızama getirebilmiştim. Bu iyi bir şeydi. Sana göre mükemmel bir şey Azra'cığım... Seni duymuyorum ben, boşuna konuşma benimle, iç ses. Sonunda susmuştu. Ve ben de rahatlamıştım. Etrafımda hâlâ o korkunç görünen ağaçlar vardı. Ağaçlar oldukça uzundu ve hepsi birbirine benziyordu. Nasıl geri dönecektim? Kahretsin ki yanıma telefonumu bile almamıştım. Saat kaç olmuştu? Ayşe Teyze gelmediğimi fark etmiş miydi? Acaba beni arıyorlar mıydı? Yavaşça yerimden kalktım. Neyseki kimse beni bulmamıştı. Aslında bulsa iyi olabilirdi. En azından beni bulan kişiye buradan eve nasıl gidebileceğimi sorabilirdim. Ama belki de kötü biri olabilirdi. Ben bunları düşünürken birden başıma bastıran ağrıyla neredeyse ağlayacak hale gelmiştim. Kafam çatlayacak gibiydi. Bu çok kötüydü.
İyi olan ne vardı ki? Ben ne yapacaktım. Bu ıssız ormanda tek başıma kalmıştım. Yavaşça ayağa kalktım. O sırada içime izlendiğim hissi doldu. İçimden geçen soğuk his ürpermeme sebep olmuştu. Arkama
döndüğümde elinde ok yayı ve kolunun hemen arkasında- içinde okların bulunduğunu tahmin ettiğim- kutusuyla bir adam- daha doğrusu genç bir adam- vardı. İşte az önceden beri beklediğim fırsat şimdi elimdeydi. Bu genç adama yolu sorabilirdim. İlk adam söze başladı. "Hımm... Demek bir ufaklık ... Ne o? Yolunu mu kaybettin? "
Adamın ukala laflarına ve o alaycı gülümsemesine rağmen- gerçi buna gülümsemeden çok sırıtma denirdi- sesi çok güzeldi. Kadifemsi, alaycı ve sert... Bu üçünü birden nasıl sesinde bulundurabiliyordu? Bir dakika ya, toparla kendini Azra. O sana ufaklık dedi. Ufaklık kimmiş gösteririm ben ona! " E-evet. Acaba ben size nerede kaldığımı söylesem, siz bana yolu tarif eder misiniz? " Bu mu yani? Kurduğum cümleye bak! Birde kekeledim değil mi? Hani nerede şu ukalaya gününü gösterecek kız? Nerede? "Bak şimdi bilemedim. Bu işten bir çıkarım olmalı değil mi?" "Ne istiyorsun?" Sonunda sesimi sert çıkartabilmiştim. "Bana yardım etmelisin." Ben mi? Ona mı? İyide yardıma ihtiyacı olan ben değil miydim? "Ne yardımından bahsediyorsunuz?" Elindeki ok yayını hafif öne kaydırıp daha önce fark etmemiş olduğum yarasını gösterdi.
Gerçekten ağır yaralıydı. Ve hâlâ sırıtıyordu! "Yarama bir şeyler yapabilir misin?" İlk defa benden bir ricada bulunmuştu. Ona yardım etmeli miydim? Yoksa var gücümle koşup ormanın derinliklerinde kurtların beni yemesini mi beklemeliydim? Sanırım ilk seçenek daha mantıklıydı. Ona yardım edecektim. "Tamam, belki bir şeyler yapabilirim." "Beni takip et." Adam ilerlemeye başlayınca ben de onu takip ettim. Acaba doğru bir karar mı vermiştim? Ama ona yardım etmezsem de bu ıssız ormanda tek başıma kalırdım. Gerçi tek olmazdım. Kurtlar ve birçok vahşi hayvan... Onları unutmamak gerekti. Biraz daha yürüdükten sonra küçük ahşap bir evin önünde durdu. Tabi ben de durmuştum. Oldukça şirin bir evdi. Ancak böyle bir ormanda tek başına yaşamak pek mantıklı bir fikir gibi de durmuyordu. Anahtar gibi herhangi bir şey çıkarmadan kapıyı araladı. Ne yani anahtarı yok muydu? Burası hiç ama hiç güvenli değildi. O içeriye girince ben de onun peşinden gittim. "İşte burası benim küçük evim." İçerisi de en az dışarıdan göründüğü kadar küçüktü. Ama sevimliydi. Güvenliği olsa gerçekten yaşanabilirdi. Ancak bir anahtarı bile yoktu. Bu önemli bir ayrıntıydı. Adam koltuğun üzerine yayılarak oturdu." Ee, orada dikilip duracak mısın?" Elimi yavaşça alnımın üzerine vurdum."Ah! Tabi. Sargı bezleri falan nerede acaba?" Hey! Kafam acımıştı. Birde yavaş (!) vurdum diyorum. Eliyle kapının hemen çaprazında duran küçük, duvara monte edilmiş dolabı gösterdi. Küçük adımlarla ilerleyerek dolaba ulaşıp kapağını açtım. İlk yardım çantasını elime alarak ona doğru ilerledim. Ben çantayı alana kadar o da kolundaki okları ve biraz önce elinde bulunuyor olan ok yayını koltuğun hemen yanına bırakmıştı. Yarım kollu olan siyah tişörtünün yaralı olan kolunun tarafını yukarıya kıvırmış ve yarasını ortaya çıkarmıştı. Gerçekten kötü yaralanmıştı. Acaba nasıl olmuştu?
Düşüncelerimi bir kenara bırakıp
ilk yardım çantasından gerekli olan malzemeleri çıkardım. En son olarak kolunu sargı beziyle sardıktan sonra ayağa kalktım.
Okyanusun renginden bir farkı olmayan mavi renkte gözleri vardı. Sarışın ve kumral rengi arasında gidip gelen saçlarıyla oldukça uyumluydu. Sadece bu kadar mı? Hadi ama, adeleleri bir kilometre uzaktan görülebilecek cinsten. Kas çiftliği bu çocuk kas... Bu da iç sesimin kötü haliydi. Çok kötü çok... Aşırı fesat bir düşünce sistemi vardı. "Sanırım beni dikizlemeye devam edersen üstüme falan atlayabilirsin. Beni korkutuyorsun, ufaklık." Gözlerimi ondan çekip söylediklerini sindirmeye çalıştım."Hı? Ne diyorsun sen ya? Ne dikizlemesi? Seni dikizlemiyordum ben. Yarana bakıyordum, gerçekten." O her zamanki ukala gülümsemesini kullanarak konuşmuştu, yine ve yine..." Pekala, seni daha fazla utandırmamak adına bu konuyu kapatıyorum. Şimdi söyle bakalım, nerede oturuyorsun? " "Bilmem. Yani bilmiyorum. Buradaki ikinci günüm." Bilmiyordum, gerçekten...
"Ne demek bilmiyorum? Daha ilk defa geldiğin bir yerde tek başına dolaşıyorsun. Sonra da kayboluyorsun. Sen gerçekten aptalsın..." " Birincisi, bana hakaret edip durma. İkincisi, keyfimden kaybolmadım her halde, yürüyüş yapıyordum. Üçüncüsü, eğer telefonun varsa kullanabilir miyim?" Yayılmış olduğu koltuktan ağır bir şekilde kalktıktan sonra bana doğru yaklaşmaya başladı. "Neden istiyorsun telefonumu?" "Ayşe Teyze' mi arayacağım. Meraktan ölmüştür. Hem ondan evin adresini alırım." Dün Ayşe Teyze ile sohbet ederken onun telefon numarasını da almıştım. Numaraların bulunduğu buruşmuş kağıt kapaklı kolyemin içerisindeydi. Kolyeyi yavaşça boynumdan çıkardım. Bu sırada adam bana anlamadığını belli eden bakışlar atıyordu. Kağıdı elime aldıktan sonra ona açıkladım. "Ayşe Teyze'min numarası bu kağıtta yazıyordu da..." Telefonunu bana uzattı, numarayı tuşladım ve beklemeye başladım...
☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆☆
İşte bir bölümün daha sonu...
Gizemli çocuk Atlas' ı bu bölüme koymayı sonunda başardım. Nasıl bir bölümdü? Hepinizi seviyorum. İyi günler dilerim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞANS MESELESİ
Ficção AdolescenteSizleri kalbinizden bir okla vurup beyninizdeki ve ruhunuzdaki tüm düşünceleri alıp bambaşka bir dünyaya götürecek bembeyaz olmasa da veya simsiyah olmasa da tuhaf bir mesele... Şans Meselesi Azra AKAYDIN Atlas AKAR Ancak bu hikayede bilinmesi ge...