Chapter 4: Hey There, Pretty Brown Eyes.

5 3 0
                                    

Song of this chapter: Taylor Swift - Cardigan.

"Hayatta herkesin mutlaka yaşaması gereken bazı şeyler vardır ki buna kader, alın yazısı ya da kişisel menkıbe diyebiliriz. Kaderimiz belli olaylar ile çerçevelenir ve bu noktada onu değiştiremezsek de yaşarız. Yaşanan her şey ise; bize yolun sonunda bambaşka bir fırsat sunar, yeni deneyimler kazandırır, bizi büyütür ve en önemlisi olayları ele alma biçimlerimizi geliştirir. Ve günün sonunda bizi biz yapan yaşadıklarımızdır. Sahip olduğumuz tüm soyut ve somut şeyleri de bu tecrübelerimize borçluyuzdur..."

Jongin kitabın köşesini katladı. Daha sonra okuduğunda iyi hissedeceğini bildiği ve mutlaka hatırlaması gereken cümlelerdi bunlar. Kendinden bir parça bulduğunu hissettiği her cümlenin altını çizmeyi, alanını işaretlemeyi seviyordu. Kitap okumak onu rahatlatan nadir şeylerden biriydi.

Saate baktı, bugün kafe oldukça sakindi. That Coffee Shop günler geçtikçe keşfediliyordu. Bazı günler çok sakin bazı günler ise tek başına yetişemeyeceği kadar yoğun geçiyordu. O kadar çok yorgun oluyordu ki; eve gelir gelmez koltukta uyuyakalıyordu. Müşterilerine karşı özenli bir tavrı vardı. Her siparişin ardından memnun kalıp kalmadıklarını sorguluyor, beğenilmeyen yahut öneri sunulan her şeyi dikkatle dinliyor, notlarına alıyor ve üzerine çalışıyordu.

Neredeyse artık her anını kafesinde geçiren birine dönüşmüş olması şaşırtıcı değildi. Akşam vakitleri yaklaştığında çocuklar kafenin bahçesinde toplaşıyor ve saatlerce sohbet ediyorlardı. Geceye doğru ise Jongin etrafı toparlayıp kepenkleri indiriyordu.

Jongin dikkatle kitabını okumaya devam ederken bir yandan kahvesini yudumluyordu. Kitapla bütünleşmişti, anlatımı o kadar derin ve anlamlıydı ki başını kaldıramıyordu.

"Merhaba," Jongin elindeki ayracı kitaba yerleştirip tezgaha bıraktı ve ayağa kalktı. Gözlerini soğuk ve mesafeli ses tonuna doğru çevirdi. Memnuniyetsiz müşterisi Sehun'du.

Jongin her zamanki gibi gülümsedi. "Hoş geldiniz. Nasıl yardımcı olabilirim?"

"Americano lütfen," diyerek kısa bir yanıt verdi Sehun. Bu tavrı Jongin'i çıldırtıyordu. Bu zamana kadar karşılaştığı en zor ve suratsız müşterisiydi. İyi görünümlü olmasından mıdır bilinmez ama egosu her halinden belliydi.

Sehun hemen hemen her gün aynı saatlerde uğramaya başlayan birkaç müşteriden biriydi. Ya kahvesini alıp kafede biraz vakit geçiriyordu ya da siparişini alıp yoluna devam ediyordu. Jongin buralara yakın bir yerde oturduğunu düşündü.

"Tabii ki, temassız yönlendiriyorum." pos cihazına parmağıyla dokundu.

Kahveyi hazırlarken ortama hakim olan sessizlik onu rahatsız ediyordu çünkü genelde tüm müşterileri ile sohbet ederdi. Jongin bunu kırmayı çok istiyordu. "Buralarda mı oturuyorsunuz?" kafasını kaldırıp Sehun'a baktı.

"Hı hı." Sehun mırıldanarak onaylarcasına kafasını yukarı aşağı salladı.

Jongin derin bir nefes aldı. Tanrıdan ona sabır vermesini dilerken yüzündeki gülümsemeyi asla durdurmadı. Nezaketin bir gün kazanacağını biliyordu. Günlük hazırladığı yulaf poğaçalarından bir tanesini dolaptan çıkarıp ufak bir kutuya koydu.

"İkram etmek isterim, kendim günlük hazırlıyorum." Ses tonu herzamanki gibi sıcak ve sevecendi. Bu adımın Sehun ile arasında bir beyaz bayrak olacağına inansada beklediği gibi olmadı.

Beyaz teni, ince uzun kemikli parmakları göz alıcıydı. Kahveyi almak için uzandığında Jongin'in ilk kez dikkatini çekmişti. Soğuk teninin aksine kahverengi sıcacık gözleri vardı fakat bakışlarında o sıcaklık yoktu.

That Coffee ShopHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin