6.BÖLÜM- PART 1

50 12 7
                                    

   Ben daha 7 yaşındayken ilk kez kimsesiz olduğumu iliklerime kadar hissetmiştim. Yetimhaneye ,daha doğrusu câniliğin vuku bulduğu bu mekana, bir aile gelmişti. Çok  varlıklı oldukları her hallerinden belliydi, fakat onların kalplerinin yoksul olduklarını nereden bilebilirdim ki?

  Daha gelmeden önce onlar için bir sürü hazırlık yapılmış, bizim burnumuzdan gelinmişti. Bize kaloriferi açmayı bile çok gören canım(!) müdiremiz ne hikmetse son birkaç gündür üzerimize titriyor ve sıcak suyla yıkanmamıza izin veriyordu. Bizi gelecek kişiler için bir güzel hazırlıyordu. Bizde neye hazırlandığımızı bilmeden hazırlanıyorduk, her birimiz ayrı kurbanlık koyun gibiydik. Birisine meze olacağımızı bilmiyorduk ama yinede son günlerinde üzerindeki ilgiden memnun masum birer çocuktuk...

   Belki de ilk o zaman çocuk olduğumu hissetmiştim, bir daha da o his hiç uğramamıştı  zaten...

   İlk defa çiçekli bir elbisem olmuştu, normalde yamalı ve rengi solmuş olan şeyleri giyerdik. Sadece müfettiş geldiğinde insan olduğumuz hatırlanırdı. Sanmayın ki yardım eden, bağışta bulunan bir Allah'ın kulu yok, asıl o müdire yapılan yardımlardan gelenlere el koyar ve beğendiklerini çocuklarına ayırır, geri kalanınıysa toptancıya satışa gönderirdi.

   Yani anlayacağınız daha çocuk yaşında insanlardan medet ummamayı öğrenmiştik, ögretmişlerdi, hem de defalarca kez!

   Buna, bütün bu olanlara rağmen o gün ilk defa bizi gerçek anlamda insan yerine koyuyor, "Tezek yuvası burası, insan olsaydınız burada barınmazadınız!" diyen müdiremiz bizi el üstünde tutuyordu.

   İşte olmuştu, gerçekten seviliyorduk!

   Her gün çekilmek için tutulan o saçlarımızı bu sefer tarayıp bağlamak için tutuyorlardı.

   Gelen telefonla iki büklüm olan müdiremiz girdi görüş açıma, nasıl da neşe saçıyordu etrafına, eğer onu tanımasaydım gerçekten onun bir sevgi bonbardımanından hallice olduğunu düşünebilirdim, fakat ne olduysa son günlerde yüzü gülüyordu. Bundan sonrasının da böyle olmasını umuyor ve bu çocuksu düşünceme içten içe inanıyor, belki de inanmak istiyordum.

  
  Derken müdiremiz konuşmaya başladı.

   " Evet, evet! Onların hepsi bizim evletlarımız, bizim canım evlatlarımız!"

   Bize günde 5000 kere "Bilmem hangi oruspunun çocuklarısınız da benim başıma kaldınız!" diyen müdiremiz, şimdi ise konuştuklarına karşı "onlar bizim çocuklarımız" diyordu.

   İstemsizce dolan gözlerimi elimin tersiyle silip doğru Zoya'nın yanına koşmaya başladım. Çocuk aklıyla "müdiremiz artık bizi seviyor, bizi çocuklarım diye anlatıyor!" diyecektim Zoya'ya. Ama içeri girdiğimde o kadar farklı dünyalarla bir araya gelmiştim ki, işte o an dünya benim için durmuştu.

   Zoya'ya bakılırsa dünyası duran tek kişi ben değildim.

   "Ne oldu Zoya, yoksa elbisende benimki gibi çiçek yok diye üzüldün mü? Gidip müdireye söyleriz, hem o artık bize iyi davranıyor, bizi sevmeye başladı Zoya, inanabiliyor musun? Sana da çiçekli elbiseden vereceğine eminim"

   Sonlara doğru coşkusu ve desibeli artan sesimi kontrol edemiyordum. Birazdan duyacaklarıma inat hayat doluydum.

   Derken Zoya bu büyüyü bozdu.

   " Renata, sen ne saçmalıyorsun, o taş kalpli hiç boş durur mu? Bizden temelli kurtulmak için can atıyor!"

   Artık bende gülümsemiyordum.

   " Niye öyle söylüyorsun sen Zoya, bak bizim halimize, daha önce hiç böyle olmamıştık, bizi evlatları gibi benimsiyorlar!"

   Zoya dediklerimden sonra daha derin feryatlarla ağlamaya başlamıştı. Zaten odaya girdiğim ilk andan itibaren gözü yaşlıydı. İşin garip yanı Zoya hep sessiz ağlardı o çığlık dolu gözlerine tezat, şuansa haykırarak ağlıyordu kendisi. Daha fazla dayanamadım ve gidip ona sıkıca sarıldım, minik ve çizik dolu ellerimle her bir gözyaşını ayrı ayrı sildim. Eminim benim yerimde o olsaydı, o da aynısını yapardı!

RENATAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin