birinci bölüm: limonata sarısı allahın belası

161 25 15
                                    

"Midemi ekşitiyorsun," dedim.

Sabah olmak üzereydi, uykusuzluktan zar zor ayakta duruyordum ve ağzının kenarındaki kusmuğu bile toplayamayan Oh Sehun'a felaket gıcık oluyordum.

"Şu salağa içirmeyin bi daha."

Chanyeol gitarını kutusuna yerleştirirken mırıldandığında Baekhyun da gülerek başını salladı, bukleli saçları alnına dökülüyordu.

"Midemi ekşitiyorsun Sehun," diye üsteleyerek onu omzundan itmeye kalktım, yere yapıştı ve ağlamaya başladı bu sefer. Neden ağladığını hiç söylemedi.

"Şuna bir el atsanıza," diye seslendim bıkkınlıkla.

Chanyeol Baekhyun'u kolunun altına alıp beni gitarın penasıyla dişini kaşımaya çalışan, beyninin üçte ikisini kesin kaybettiğini düşündüğüm, kalan birine de şüpheyle baktığım ev arkadaşımla bırakarak ortamı terk etti ve sadece "İyi şanslar..." dedi.

Onunla bu haldeyken yalnız kalmak bu dünyada en nefret ettiğim şeydi çünkü Oh Sehun sarhoşken çok pervasızdı ve yine aynı Oh Sehun sarhoş oldu mu her şeyi unutur, sabaha da pelte gibi uyanırdı.

Baekhyun'un giderken elime tutuşturduğu anahtarları cebime tıkarken yere çöküp Sehun'un ağzını sildim, bugün bütün maaşını burada içmişti ve az kalsın kavga çıkarıyordu. "Kalk şuradan," diye mızmızlanıp kolunu çekiştirdim. "Uyduruktan sızma taşımam seni."

Hıçkırdı. Bıraktığım yerde duruyor ve sümüklerini bacağıma silmekten başka hiçbir şey yapmıyordu.

Ben onu oradan alıp kepenkleri indirene kadar hiç konuşmadı, saçma sapan şarkılar söyleyip durdu sadece. Ağlamaya devam etti.

"Aptal," diye söylendim beşinci kattaki evimizin merdivenlerini çıkarken. Nefes nefeseydim. "Sabah 9.30 dersin var."

"Boşver..." dediğinde onu zor bela anladım. Yumruk yaptığı eli sıkı sıkısıya gömleğimin yakasına tutunmuştu. Sümükleri her yerdeydi ve çok çirkin kusmuk kokuyordu.

Salona girip ışıkları yaktım, belki bir kahve yapardım ona ya da bilmiyorum, musluğun altına bırakıp pirinç gibi kendi kendine düzelmesini beklerdim falan.

"Aptal," dedim bir daha. "Devamsızlığın yok ve Zhang Yixing senden nefret ediyor."

Boynuma sarıldı. Sarhoşken aramızdaki arkadaşlığı mahvederdi. Diyorum ya, Oh allahın belası Sehun sarhoş oldu mu her şeyi unutur ve bir de çok pervasız olurdu. "Senin dudağına ne oldu öyle ya?" dedi konuyu tamamen dağıtarak, kapının eşiğindeydik. "Çift mi görüyorum?"

"Patlattım," derken banyoya götürdüm onu.

"Nasıl oldu?" Elini vücudumdan itip lavaboya tutunmasını sağladım ve yüzünü yıkadım, tüm bu süre boyunca irkilip kendini yere bırakmaya çalışmış ve beni deli etmişti.

"Sen vurdun," dedim. "Çift gördüğün için."

"Yaa..." diye mırın kırın etti. "Kötü olmuş."

Sonra tekrar kustu. Klozetin kenarında kaldı öyle leş gibi. Gözlerindeki yaşlar kurumuştu, arada iç çekiyor ve yüzünü buruşturuyordu sadece. Pelte gibi bacaklarımın dibine çöküverdi bu sefer, altın saçları sırılsıklam olmuş, tişörtü üstüne yapışmıştı.

Bir şeyler söylüyordu ama anlamıyordum. "Kyungsoo'yu çağır bana," dedi kollarımda sızmadan hemen önce.

Odasına taşıyacaktım onu. Vazgeçtim. Koltuğa bıraktım öylece.

Kusmuğunu da silmedim çünkü ben limondan, limonatadan ve midemi ekşiten limon sarısı Oh Sehun'dan hiç mi hiç hoşlanmazdım.

28Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin