onuncu bölüm: nasıl desem

44 9 98
                                    

Nefes al, oğlum.

Sehun geldi girdi içeri. Kapıyı arkasından yavaşça kapattı ve bir iki kere de boğazını temizledi.

Gözleri gözlerime değene kadar izledim hareketlerini. Kıpırdamıyordum yerimden.

"Gelme bu gece," dedim fısıltıyla karışık. Sesim üç saattir ağlamamaya çalıştığım için zar zor çıkıyordu. Buna da şükür diye düşündüm.

"Elin kanıyor."

"Sehun defol git gözüm görmesin seni."

Mutfağın loş ışığı suratını aydınlatıyordu. Onu incelemeyi sürdürdüm. Hiçbir şey yapmadı bir süre, öylece ayakta dikildi. Dakikalar sürdü bu. Ağzını açtı açtı kapadı.

"Özür dilerim," dedi en sonunda. Tek nefeste söyledi.

"Hayır gerçekten," dedim hışımla. "Gözüm görmesin seni."

Özrünü falan duymak istemiyordum. Yüzünü, sesini, dokunuşunu... Hiçbir şeyini istemiyordum.

Aslında beni en çok üzen, sanırım bunu hiçbir zaman unutamayacak olmamdı. Başımı geriye yasladım. Ona bir daha eskisi gibi bakamamak öldürürdü beni.

"Telafi edeceğim," dedi bana yaklaşırken. Kendimi geriye çektim.

"Salak seni..." diye tekrarladım birkaç kez. "Ben olsam bunu yapmazdım sana." Ağlamamak için yanağımın içini dişledim. Biraz da boğazım ağrıyordu. "Halim yok, git."

Bana inanmamasının hep daha mantıklı bir sebebi var diye düşünmüştüm ama Sehun sadece Kyungsoo'yu seçmek istemişti. Belki de hoşlanıyordu artık ondan, tenini bildiği birinden ne kadar kaçabilirdi ki zaten insan? Onu bile söylememişti bana.

Gittikçe uzaklaşıyorduk ve ipin ucu kaçmıştı sanki. Toparlayamıyordum.

Ağzını açtığında yine gıcık etti beni, koca bir hayal kırıklığıydı.

"Elbiselerini tekrar düzeltiriz-" diye bir şeyler zırvalamaya başlayacakken "Sehun," dedim bıkkınlıkla. Böldüm lafını. "Niye kızdım ben sana?"

Duraksadı. "Çünkü el-"

"Tamam, Sehun."

Sinirlenerek olduğum yerden kalkmaya yeltendim ama elimi unutup üzerine yaslanmıştım, canımın acısıyla iki büklüm olarak tekrar oturdum. Çay doldururken kırdığım bardağın camı batmıştı muhtemelen, kafam başka yerde olduğu için hissetmediğim tüm acı elimin üstünde toplanmıştı şimdi, fena zonkluyordu.

"İzin ver bileğini sarayım," dedi bana doğru uzanırken.

"Anca bileğimi sararsın zaten," diye mırıldanarak dokunuşundan sıyrıldım. Söylediğimi duymadı ve "Efendim?" derken kulağıma yaklaştı tekrar.

"Yok bir şey." Elimi uzattım. "Ver şunu ben kendim yaparım."

"Bırak ben yapayım diyorum."

"Sehun istemiyorum seni." Bıkkınlıkla söylediğimde omuzları düşmüştü. Yine de kanmadım ona, bundan sonra kolay kolay kanmazdım. Poşeti almakta ısrarcı olarak onu pes ettirdim ve uzaklaşmasını izlerken de içindekileri döküp kendi başımın çaresine baktım.

Bakmaya çalıştım yani. Kesilen sağ elim olduğundan tersime geliyordu, makası bulup da sargı bezini bile alamamıştım. Dakikalarca uğraştıktan sonra nazar boncuklu eczane poşeti dahil dünyadaki her şeye kurularak yerimde tepindim. Duvarlar üstüme üstüme geliyordu.

Sehun'u aradı gözüm. Balkona çıkmıştı. Yapamadığımı görsün istemiyordum ama bakışları üstümdeydi. Pes edeyim diye iyice bekliyordu sanki.

28Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin