Kendi evinde, kendi yatağında...Jimin, birkaç saniye önce zorlukla açtığı gözlerini odasında gezdiriyor ve beynini diri diri kemiren baş ağrısından kurtulmaya çalışıyordu. Tüm vücudu, adeta kemiklerini zonklatacak kadar yoğun ağırılar tarafından ele geçirilmiş olduğu için kollarından zorlukla güç alarak yatakta doğruldu ve yanındaki komidinin üzerine doğru eğildi. Gözleri hala yarı kapalıydı. El yordamı ile komidinin üzerinde duran kare şeklindeki metal tepsiyi bulduktan sonra rulo yapılmış bir kağıt parçasını da parmakları arasında sıkıştırarak kafasını tepsinin üzerine gömdü. Ardından iki kalın çizgi şeklinde dökülmüş olan beyaz tozu burnundan içeri çekmiş ve kafasını yeniden yastığa bırakmıştı. Kendine gelmeye çalışarak aldığı derin nefeslerden birkaç saniye sonra ise çoktan bir dal sigarayı dudakları arasına sıkıştırıp yakmıştı bile.Kullandığı maddenin etkisiyle beyninin salgıladığı yoğun endorfin yavaş yavaş gözlerinin açılmasını sağlarken ruh halinde yarattığı çalkalanmalar ise en dipteki duygu durumunu hızla en tepeye taşımaya başlamıştı ve bundan dolayı Jimin'in keyfi yavaşça yerine geldi. Zaten dünkü çekimleri esnasında, lavaboya gitmek için çok sık mola alması dikkat çekse de, kendini bir an olsun yoksunluğa sokmamayı başardığı için iyi bir performans ortaya koymuştu ve bundan dolayı aslında bu sabah çok mutluydu. Hala bir şeyler başarabiliyor olduğunu görmek onun için muhteşemdi. Jimin her ne kadar tersi gibi gözükse de işini seviyor ve kaybetmek istemiyordu. Çünkü ona göre artık elinde kalan tek şey işiydi ve oyunculuk, onu biraz olsun bu hayata bağlıyor ve hala yaşamak için ona bir neden sunuyordu.
Bir kaçış noktasıydı da aynı zamanda. İşini yaparken zevk alıyordu. Jimin ne zaman başka dünyalara ait insanların yerine geçse kendi gerçekliklerinden kaçmış gibi rahatlar ve birkaç saatliğine de olsa bir başkası olabildiğinde kendisi olmanın getirdiği tüm yükü omuzlarından atmış olurdu.
Hala içten içe yaptığı bir şeyler insanların hoşuna giderse onu seveceklerini ve takdir edeceklerine dair bir inanca sahipti ve buna ihtiyaç da duyuyordu. O yüzden şu hayatta düzgünce yapabildiği tek şey olan oyunculuğu sarılmaya devam ediyor olmasının en önemli sebebi buydu. Yalnız kariyer yönetimi, imaj gibi şeyler onun yapmakta başarılı olduğu ya da önemsediği şeyler değildi. O sadece işini yapsın, geri kalan hiçbir şeyin bir önemi olmasın istiyordu.
İki sigara eşliğinde geçen tüm bu düşünceler Hyejin'in aniden odaya dalması ile bir bıçak gibi kesildiğinde Jimin yattığı yerde irkilip kıvılcım gibi parlayan öfkesiyle "N'oluyor amına koyayım?!" diyerek sesini yükseltti. "Yavaş!"
"Bay Min geldi." diyerek karşılık verdi kadın yüzünde telaşlı bir ifade ile "Kaldır şunları."
"Bay Min?"
Jimin'in boş bakışları karşısında "Menajerin Jimin!" diye tıslayarak kısık sesle bağırdı Hyejin. Bir yandan hızla komidine doğru ilerliyordu. Adam alt katta bekliyor olsa da telaştan eli ayağına dolanmıştı.
Ardından odada "Neden kaldıralım?" diye soran sesi duyulduğunda Hyejin kafasını hızla Jimin'e çevirmiş ve onun alaycı bakışlarını kapının eşiğine doğru diktiğini gördüğünde donakalmıştı. "Bay Min bu şekilde izinsiz girmeyi tercih ediyorsa göreceği şeyleri de çoktan göze almış olmalı."
Kadın hızla kafasını arkasına döndü ve tam da beklediği üzere üzerindeki lüks ve şık takım elbisesi ile kapının eşiğinde dikilmekte olan Yoongi ile karşılaştı. Derin bir nefes alıp sakin kalmaya çalışarak adamın yanına doğru ilerlemeye başladı. Sinirlenmişti çünkü onun burada değil aşağıda, misafirlerin ağırlandığı salonda olması gerekiyordu. Yoongi'nin yanına ulaşıp karşısına dikildiğinde "Bay Min," diyerek söze girecek oldu."Jimin şu anda pek müsait değil..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Manager | yoonmin
Fanfiction'' Hiçbir şey öpücüklerin kadar yakamaz canımı '' Mucizeler yaratması ile tanınan menajer Min Yoongi, kariyeri baş aşağı giden dünyaca ünlü oyuncu Park Jimin ile çalışmaya başlar...