4| Peki sen, mutlu musun?

143 20 114
                                    

Merhaba,

Normalde bölüm başlarına not eklemekten hiç hoşlanmıyorum ama bu kurguya devam etmek için daha fazla desteğe ihtiyacım var. Yoksa bırakmama samimi söylüyorum 🤏🏻 şu kadarcık kaldı. Yazmasının ne kadar zor olduğunu (en azından benim için) size anlatabilseydim keşke.

Evet biraz sitem eder gibi oldu farkındayım. E yazma o zaman, diyeceksiniz. Ama amacım devam etmek için ihtiyacım olan motivasyonu bulabilmek. (Devam etmek istiyorum çünkü.)

O yüzden okuyan ve zevk alan herkesten yorum ve oyları konusunda bonkör olmalarını rica ediyorum. Eğer bu kurguyu beğeneceğini düşündüğünüz arkadaşlarınız varsa onlara önermeniz de bana yapabileceğiniz en büyük destek olurdu lakin bu konularda FAZLA KÖTÜYÜM.

Evet yakınma süreci bitti,

Şimdi iyi okumalar.



Ertesi sabah Jimin için tam bir kabus gibi başladı. Dün gece karmaşık duygularını bastırmaya çalışırken fazla doz kullanmıştı. Gereğinden çok fazla... Öyle ki o, loş odanın içinde yerinden fırlayacakmış gibi atan kalbi ve hareket edememesine neden olan kas spazmları eşliğinde yatağında yatarken genişlemiş göz bebeklerini diktiği tavanda gördüğü birbirinden karanlık halüsinasyonlar yüzünden kalp krizi geçireceğini sanmış ve tek yapabildiği parmaklarını çarşafa dolayarak derin nefesler almak olmuştu. En sonunda delicesine çarpan kalbinin ve hızla inip kalkan göğsünün git gide yavaşlaması sayesinde bitkin bedenini, ter içinde kalmış ıslak kıyafetleri ve çarşafların arasında huzursuz bir uykuya teslim etmişti. Birkaç dakika önce hala hayatta olduğuna şaşırarak gözlerini açtığında ise dün gecenin yan etkileri ile boğuşarak geçirdiği dakikalar sırasında poşetin içinde kalan son kırıntıları da kullanmış ve ardından telefonunu eline alıp Seojun'a bir mesaj göndermişti.

| Bana gel |
| Acil |
(09.48)

Kullandığı doz onu hızlı bir şekilde ayağa dikmek için yeterli gelmemişti. Dakikalarca yatağında dönüp durdu. Zihni yeterince uyuşamadığı için vücudunu ele geçiren tüm o rahatsız edici hislerden de kurtulamıyordu. Yaşamak için içine çektiği hava bile bir işkenceydi sanki. Yutkunurken boğazı yanıyor, nefes alırken ciğerleri acıyordu. Midesi dalgalı bir okyanus, zihni ise sisli bir orman gibi hissettiriyor ve onu huzur ve dinginlikten çok uzaklara savuruyordu. Yatakta biraz daha çırpınıp durduktan sonra en sonunda tanrı ona merhamet göstermiş olacak, biraz olsun kendine gelmeyi başardı ve yatağından çıkarak ayaklarını odasındaki banyoya doğru sürümeye başladı. Banyoya girer girmez, kurak bir çöl gibi hissettiren ağzının içinden kurtulabilmek için bir parça diş macunu sıktığı diş fırçasını ağzının içine tıkıştırmış ve kısa süre sonra kafasını kaldırıp aynadaki yansımasıyla karşı karşıya gelmişti.

Uzun süredir görmediği yüzünü incelemeye başladı. Mor gözüken göz altları, soluk bir cilt ve çökmüş elmacık kemikleri... Ama hala çok güzeldi. Ne yaparsa yapsın, lanetlenmiş gibi benliğinde taşıdığı bu yüz  hala çok güzeldi. Jimin güzel olduğunun farkındaydı ama ona göre bir meleğin yüzü değildi bu. İnsanı günaha sürükleyen, baştan çıkartıcı ve şehvet saçan bir şeytanın yüzüydü. O lanet yüzü hiçbir zaman değişmiyordu ve değişmeyecekti de. Milyonları büyülemeye devam etse de kendisi aynaya ne zaman baksa sadece nefret ettiği o kişiyi, annesini, görmeye devam edecekti. Annesine bu kadar çok benziyor olmak konusunda yapabildiği tek şey ise her zaman boyattığı sarı saçlarıydı.

The Manager | yoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin