4four

89 15 22
                                    

"Erika, biraz konuşabilir miyiz?" Dedi Ouzou bir kolunu sırama yaslamış, oturduğu yerden beni seyrederken. Başımı yavaşca kitaptan kaldırıp oğlana baktım. Gözümünün önüne gelen saçlarımı geriye doğru attım. "Buyur." Diye konuşmasına izin verdiğimde duruşunu düzeltti.

"Bence, artık bir şeyleri anlatmanın zamanı geldi."

"Hiç sanmıyorum." Dedim göz kontağını kestikten hemen sonra.

Tekrar ona bakmamı ister gibi kolunu omzuma koydu. Ona döndüm. "Boş versene..." Dedim geçiştirmek istercesine.

"Boş versene diyerek sıyrılma. O işler öyle olmuyor, huysuz cadı."

"Ouzou, bazen her şeyi bilmemek en iyisidir." Dedim gözlerimi kaçırarak. "Bırakta benim için en iyisini ben düşüneyim."

"Ne diye benimle bu kadar ilgileniyorsun?" Dedim anın bünyeme verdiği sinirle. "Bunca yıl yok saydınız beni. Ne değiştide bana arkadaşmışız gibi davranıyorsun?"

"Eğer sen bana bunun cevabını verirsen, bende sana benim cevabımı veririm." Tatmin edici bir cevap bekliyordum.

Oğlan afallamıştı. Böyle bir çıkış beklemediği her halinden belliydi. "Sana arkadaşmışız gibi mi davranıyorum?" Diye mırıldandı kendi kendine.

"Sen hiç bir zaman arkadaşım olmadın, Takatou." Dedi ardından kaşlarını çatarak. "Sen beni çok yanlış anlamışsın. Ben sadece sana yardım etmeye çalışıyordum."

Söylediklerinin derinimde duran bir duyguyu dürttüğünü hissettim. Kalbimin kırıldığını hissetmiştim. Benimle alay mı ediyordu yani? Oturduğum yerden kalktım. Ardından kitabımın kapağını kapatıp, çantamı toparladım.

İnsan, insana böyle söyler miydi hiç?

"Seni yanlış anladığım için üzgünüm, Furuya." Dedim çantamı aldıktan sonra.

"Ama sende beni yanlış tanımışsın. Benim senin yardımına hiçbir zaman ihtiyacım olmadı." Evet, olmamıştı.

O sadece işleri batırmıştı.

Ona fazla bile tahammül ediyordum.

Neden ettiğim belliydi.

Sözlerimi bitirdikten hemen sonra konuşmasına izin vermeden kapıya ilerledim. Tam o sırada, "Özür dilerim." Dediğini işittim. Kapının eşiğindeyken ona tekrar baktım. Duyduğumu anlamış olacak ki,

"Seni yanlış tanıdığım için." Diye durumu toparlamıştı.

Pişmanlık evine çoktan dönmüş olmalıydı.

...

Evime doğru ilerliyordum, sırtımda derin düşüncelerimle.

Tam o anda bacağıma sarılan siyah şeye baktım. Gelen, köpeğim Zack idi. Siyah, büyük bir sokak köpeğiydi.

Aslında o benim değildi. Theo'nun köpeğiydi.

Theo'yu hiçbir zaman sevmedim. Onda sevdiğim tek parçaydı, Zack.

Onu sevmemek için elimde pek sebebim yoktu. Belalı bir tip olması haricinde...

Ondan nefret etmek için bir sebep yeterliydi bana.

Her zaman için insanları kolay silen bir insan olmuşumdur. En azından kendi kafamda.

Kapımın önüne geldiğimizde çantamdan anahtarı çıkarttım. Saat geç olmuştu gece işim henüz bitmişti. Babam uyuyor olmalıydı. Zack'i odama alabilirdim.

Perşembe geceleri, Theo genelde buralarda olmazdı. Bu yüzden Zack sokakta yatardı. Uygun vakti bulursam, köpeği evime alırdım.

Zack'e elimle sus işareti yaptıktan sonra gülümseyerek kapıyı açtım.

Babam kapının önünde elinde duran kumandayı öteki eline vura vura, öfkeli ifadesiyle beni seyrediyordu. "Baba..." Diye mırıldandım korktuğum herhalinden belli sesimle.

Kumandayı tam kafama fırlattı.

Her seferinde nasıl isabet ediyor şaşırıyordum.

Zackin kafasını geriye doğru ittim. "Zack, kaç!" Dedim köpeğe korkuyla. Onu öldürebilirdi.

Daha önce tavşanımı ve balığını öldürdüğü gibi.

Şaşırmazdım yani.

Zack kaçmıştı. Korkak bir köpek değildi. Ancak babamdan tanrıdan daha çok korktuğu kesindi.

Yerde duran kumandayı ayağımla kapının dışarısına ittim. Babam yanıma doğru geldi ardından kapının açık olmasını umursamadan, gecenin bir vakti saçımın kökünden tutup kafamı geriye doğru yatırdı. Ağzımdan kaçan acı dolu inlemeleri hiçe sayarak...

Saçlarımdan beni sokağa doğru sürüklediğinde ne yaptığını anlayamamıştım.

"Bu gecede sokakta yat. Gör sonra benim evime it sokmak neymiş!" Diye söylendi kendi kendine saçımı bıraktıktan hemen sonra. Kaşlarımı çatıp bir elimi kafama attım. Çektiği yeri elimle düzelttim. "Ne yani, dövmeyecek misin?" Dedim gülerek. "Hadi, git. Biraz daha gir zenginlerin koynunada az para kazan. Eve bir faydan olsun." Dedi oldukça yüzsüz bir şekilde.

Kendisi çalışmıyordu bile.

Söylediklerini umursamayı bırakalı çok olmuştu.

"Giderim, merak etme." Dedim alaycı sesimle. Beni duymazdan gelerek kapıyı yüzüme kapattığında ayağımı hırsla yere vurdum. Ardından bir elimi alnıma götürüp ne yapacağımı düşünmeye başladım.

Sokakta mı yatsam?-Güvenli olmadığı kesindi-

Yoksa, arsız gibi Theo'ların döküntü evine mi gitsem?..

İkincisi denenmeye değerdi. Theo bana kıyamazdı. Yani öyle umuyordum. Eğer benden gerçekten hoşlanıyorsa onlarla kalmama izin vermeliydi.

Gerçi ben onun için sadece takıntıydım.

...

Biraz yürüdükten sonra terkedilmiş, döküntü toplanma alanlarına varmıştım.

"Vay, bayan sadakatsizde burada." Dedi Ella kollarını göğsünde bağlayarak. "Sanada merhaba, Ella." Dedim umursamadan çantamı koltuğa atarken.

"Yüzsüzlüğünde bu kadarı!" Dedi Ty.

Bu konuda Ty'a hesap verecek değildim.

"Hangi hakla buraya geliyorsun, Takatou?" Dedi Ella öfkeyle elindeki kalası yere vurarak. "Babam evden attı, Williams." Dedim aynı şekilde yanıtlayarak. "Yani, bu her zaman olan şey zaten. Bizene bundan." Diye söylendi Ty.

Ty ve Ella kardeşlerdi. Anne ve babaları ölmüştü. Burada kalıyorlardı. Theo ile beraber... Ekiplerinde bir kaç kişi daha vardı elbette. Ama burası sadece üçüne aitti. Onlardan başka buraya girebilen tek kişi bendim. Theo sayesinde.

Ella beni hiçbir zaman sevmedi. Çünkü Theo, onun yerine hep beni sevmişti. Tanıştığımız günden beri benden nefret ediyordu. Hissediyordum. Dile getirmektende hiç çekinmemişti zaten.

Theo, ona kardeşim diyordu.

"Takatou, burada ne işin var?"

"Takatou, burada ne işin var?"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
honey bun, erizouHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin