11

189 29 38
                                    

Karşımdaki kapı.

Herkes kendi hikayesinin kahramanıdır ya da başka bir değişle herkes kendi filminin baş rolüdür klişesini duymayanın kalmadığına eminim. Tabii her büyük klişe gibi bu da oldukça doğrudur. Klişeler hayatın monoton akışında yerini alan o küçük ama etkili yollar gibidir. Sinema her klişeyi kaldırmaz ama hayatımız kaldırabilir çünkü kimse kimsenin hayatına "vay canına ne kadar orjinal ve daha önce düşünülmemiş bir hayat" diye bakmaz.

Bizim tekdüze hayatlarımız oldukça basit denklemlerle işler ve o denklemlerin sabit terimleridir klişeler. Onlara ihtiyacımız var, hatta bazen o kadar ihtiyacımız var ki çok iyi kullanıldığında Oscar'a bile layık görülebilirsiniz. Bütün mesele sizin var olan ve değişmez olan kavramı alıp doğru yere koymanızda.

Dünyadaki en büyük klişeler romantik olaylardadır ama eğer dünyadaki en büyük ikinci klişeyi seçecek olsaydım buna mitoloji derdim. Dersini bile alıyoruz ve koca bölümde benim kadar kimse dinleyip bayılmıyor bu derse. Yüzyıllardır insanların hayatına yer etmiş, filmelere, kitaplara, inançlara yön verip konu olmuş bu disiplin bugün bir kahramanı yaratan temel parçalardır.

Hiç duyduğumuz bilindik hikayelerin neden çağlar boyu aklımızda kaldığını düşündünüz mü? Bunun cevabı benim mesleğim ve hatta hayatım. Mitolojideki hikayelerin çoğu, insanlığın ortak bilinçaltının yansımalarıdır. Hepimize miras kalan bu hikayelerden biraz bahsedeyim. Öncelikle kahramanımız rutin hayatında sıradan olaylarla yaşamını sürdürmektedir. Sonra her şeyden farklı bir durum olur, biri gelir belki, onu bir maceraya çağırır. Bilinmezlik bu ya, gözümüz kapalı yeni şeyleri hemen kabul edebilir miyiz? Bu maceraya koşamam... çağrıyı reddediyorum defalarca. Birilerinden akıl alıyorum, bana yol gösteriyorlar ve sonunda onun eline düşüyorum...

Jungkook.

Telefonumun yılın her günü sessizdedir. Birine bir şey olsa en son benim haberim olur hatta ama işte, bugün sesi açık. Bay Kang'den haber bekliyorum bahaneleriyle etkinleştirdiğim hoparlör ikonu bana sabahtan bu yana istediğim bildirimi vermiyor. Etraf o kadar sessiz ki, ne bir mesaj ne de gelen giden.

İşte kahramanın geri döndürülemez noktaya ulaştığı anlardan biri. Artık her şey için çok geç.

Sabah dersin ortasında çekip gitmesinden, yine masama kahve bırakmasından, sahnenin kurulumu için ordan oraya koşuştururken hep bir şekilde uzaktan onu izlerken, kafamda bir yer susmak bilmiyor. Tırmalıyor beynimi. Vicdan yapmıştım biraz ama ben bu tarz hisleri ciddi durunlar dışında yok saymayı bilen biriydim. Belki de Lalisa'nın aklıma girmesine izin vermiştim ve ah... şu kitap mevzusu.

Onunla ilgili kızıp öfkelenebileceğim şeyler yavaş yavaş azalıyordu sanki.

Geri dönülemez noktayla birlikte aynı zamanda döngüden çıkıp, kendimi eski rutinimde bulmuştum ama bu o kadar yabancıydı ki. Sanırım o boşluk sabah sınıfta açılmakla kalmamıştı, bir şekilde rutinime dahil olan Jeon Jungkook'ta aynen böyle eksilmişti.

Şimdi saat on bir, gece yarısına az bir vakit kaldı. Erken uyumaya çalışıyorum ama düşüncelerim yorganımın içine girdi, penceremden içeri süzüldü, tavanımda bir resim belirdi. Delirecek gibi hissettiğimde olmuştu. Karşımdaki kapı benim klişem. Herkes biliyor ki kız o kapıya gider, çalar, özür diler ve işleri düzeltir.

Zili çalıp elimdeki karton poşeti sıkı sıkıya tuttum. Sonra tekrar çaldım. Açmadığında tutunmak istediğim bahanenin önümde savrulan iplerine tutunuyordum ki ben gidemeden o kapı açıldı. Eşikte gözleri uykusuzluktan kızarmış, saçları elektiriklenmiş, aşırı bol kıyafetlerle Jungkook belirdi. Kaşları çatıktı, kafası karışmış görünüyordu. Gözlerini bir kaç kez açıp kapatarak varlığımı algılamaya çalıştığını düşündürmüştü.

carrots | rosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin