İlkbahar'ım

16 2 1
                                    

Ayazımda sensin baharımda,
ilkim de sensin sonum da.
<><><><><><><><><><><><><><><><><>


Sultan Ahmet, babası Sultan III.Mehmed'in ansız vefatından sonra tahta çıkmıştı.
Daha 20'li yaşlarında, 7 kıtayı idare etmeye çalışan Sultan Ahmed, bir gece tüm dertlerinden uzaklaşmak adına bir kaç yeniçeri ile ormana avlanmaya gitmişti.
Bu gece orada çadır kurup orada kalacak, ve bir sürü avladıkları hayvanları saraya getireceklerdi.Ancak onları orada bekleyen bir sürpiz vardı.Getirecekleri cansız bedenlerin yanında bir de canlı bir beden daha getireceklerdi.

Daha 1 aydır tahta çıkmış Sultan Ahmet, oradaki işleri Paşalara emanet etti ve Derviş ile beraber yanında 50-100 yeniçeriyle ormana gidip büyük bir araziye bir sürü büyük çadırlar kurdular.

En büyük çadır Sultan Ahmed'e aitti tabiki.
Dervişle o çadırda oturup sohbet ediyorlardı.Yemeklerini yer sofrasında yedikten sonra ansız kararla Sultan Ahmed, o gecenin zifiri karanlığında avlanmaya başlamak istediğini söylemişti.Ormana gece vardıkları için bu gün avlanamayacaklardı.
"Yayımı ve zırhımı getirin."
Derviş şaşırmanın verdiği yetkiyle gözlerini hafif büyüttü.
"Aman Hünkarım, akşam vakti avlanmayalım, sabah ola hayır ola."
Hünkar, delici bakışlarını Dervişe dikti.
"Ne diyorsam onu yapın Derviş."
Yeniçeriler ona zırhını getirip giydirdiler, demirden kaskını kafasına taktılar.
Yayını ve okunu ise Hünkara önünde diz çökerek uzattılar.Hünkar hafif endişe ve belirgin bir memnuniyyetle Yayı ve oku alıp sırtına yerleştirdi.Sonra ormanın derinliklerine gittiler.

Bir ceylanın izini yavaşça sürerken Sultan Ahmed, ava sessizce yaklaşırken bir yandanda sırtındaki ok ve yayı çıkarıp oku fırlatmaya hazır hale geldi.

Sabit bir yerde durup oku hayvana fırlattı.
Hayvan çığlıkla yere yığıldı.
Yeniçeriler hayvanı alıp getirdiler.Sultan Ahmed, memnuniyyet ve gururla sırıtıyordu.
"Biraz daha derinlere gidelim."
Derviç Hünkar jçin endişeleniyordu.
"hünkarım..."
Hünkar ona öfkeli bakışlarını yönlendirirken mecbur kalıp kabul etti.
Sanki Sultan Ahmedi bir şeyler ormanın içine çekiyordu.

....

Mi Kyong, fakir bir göçmen ailenin tek kızıydı.13 yaşındaydı ve ailesiyle birlikte Osmanlı topraklarına yerleşmişlerdi Moğolistandan.
O gece, Osmanlının bir kısım topraklarına İnglizler tarafından bir saldırı düzenlenmişti.
Düzenlenen saldırı bölgesinde Mi Kyong ve ailesi yaşıyordu.
Bir katlı ve 4 odalı küçük eski bir evde yemek yiyorlardı o akşam.
Onların yaşadığı o bölgede de, onlar gibi göçmenler yaşıyordu Moğolistandan .
Annesi gülümseyerek babasının tabağına yemek koymuş, sıra Mi Kyonga gelmişti.
Mi kyong gülümseyerek hevesle tabağını annesine uzattı.
Tam o sırada camlarını bir mermi kırdı ve o mermi annesinin omzuna geldi.
Annesi kanlar içinde yere yığılırken bilinci hâlâ açıktı.Acı içinde yüzünü buruşturup acıdan bağırıyordu.
Mermi ve acı dolu bağırışmaları duyan Mi Kyong, yerinde dona kalmış annesine şaşkınlıktan büyümüş gözlerle bakıyordu.
Dışarıda bağırışmalar başlamışken babası hızla Mi Kyong'u masanın altına çekti ve ona sarıldı.
Annesi de emekleyerek masanın altına geldi.
Birbirilerine ağlayarak sarıldılar.
Babası annesinin yaralı omzuna kanı durdurması adına kıyafetinden bir parça yırttı ve annesinin koluna sıkıca sardı.
Birden kapıları tekmelenip açıldı ve iri cüsseli askerler içeri girdi.
Babası çaresizlikle annesini orada bırakıp pencereden Mi Kyongun elinden tutarak kaçtılar.
Annesi orada kaldı, çünkü babasının ikisini de taşımaya gücü yoktu..
Evden annesinin acı dolu çığlıkları gelirken Mi Kyongun gözlerinden istemsizce yaşlar geliyordu.
Babası onun elinden tutarak koştu ve onu evden 200 metre uzak olan küçük bir köprünün altına sakaldı.
"Энд байгаарай Ми Кён!"
-Burada kal Mi Kyong!-
Mi Kyongun ağlaması iyice şiddetlenmişti.O kış günü, o soğukta, yetim kalacaktı o küçük masum.

İHTİRAS Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin