Kim duysa inanmak istemiyordu ya da kanıt arıyordu. Askeriz deyince nesine kanıt arardı ki insan? İşimiz bu kardeşim. Eh bir yandan da haksız değiller. Altı ay askerlik neyimize yetmemişti bir de üniversitene gitmiştik? Uzun hikaye. Ben Cem Ayaz. Buralarda Cem Sultan derler. Neden mi? Çünkü ben de bilmiyorum. Anam babam yok. Beni anneannem yetiştirdi. Onun da ellerinden öperler. Canım anneannem.
Günlerden bir gün yine çarşı iznindeyiz gençlerle. Sevdiğimiz bir çorbacı var. Tahsin Usta'nın Yeri. Bir mercimeği var anlatamam. Parmak yedirir. Bizimkiler her zamanki eşşekliklerini yapıyorlardı. Bense yemeğime dalmış gitmişim. Şu hayatta en sevdiğim şey yemek yemek. Yani öyleydi. Ta ki o günden sonra olan bir olayla.
"Kanka hani diyorum bizim bara gitsek he. Ne diyorsun? La oğlum baksana bir bize." Yemeği yediğim sırada bir şeyler gevelediler gibi oldu. Yemeğe de bir odaklanmıştım var ya.
"Allah'ım iyi ki yemek diye bir şey var. İyi ki mercimeği yaratmışsın."
Ağzımda ekmek, çorbayı da gömerken güldüler hep beraber.
"Oğlum boğazında kalacak dikkat et." dedi Umur gülerken bir yandan endişesini de belli ederek. Bir ona bir Kuzey'e baktım. Kaşlarımı yukarı kaldırmış, elimle kendimi göstererek, "Benim adım Cem. Dokuz canlıyımdır. Bana hiçbir şey olmaz." dedim. Bitmek bilmez bitmese daha iyi olan çorbayı ekmekle yemeye devam ediyordum. Limon damlatınca bal gibi oluyordu. Bir deneyin siz.
Arkadaşlarımdan bahsetmeyi unuttum. Umur Deliyürek. Soyadı gibi deli biri. İyi mi iyi çocuktur. Ayrıca silah arkadaşımdır. Dışarıdan bakılınca çok ciddi bir ifadesi vardır. Bundan da ödün vermez. Onunla acemi birliğinden tanıştım. Bana bu zamana kadar çok yardımı dokundu. Asla olduğum kişiden dolayı beni yargılamadı. Yardımlarını unutmayacağım.
Diğer eşeğin adı Kuzey Sönmez. İşi gücü karı kız tavlamak. Allah akıl fikir versin ne diyim. Onunla da acemi birliğinde tanıştım. Başlarda hiç sevmezdik birbirimizi. Çünkü benim gey olduğumu öğrenmişti. Çok karşıydı buna. Sonra zamanla alıştı bana. Bende ona.
Ne diyordum ki? He, evet çorbacıdaydık. Bizimkiler hala bön bön suratıma bakıyordu. Bense yemeğimi yiyordum. Onlar bana ben yemeğe.
''Kardeşim dokuz canlıyım diyorsun da kedi misin sen? Utanman olmasa miyavlayacaksın değil mi?'' dedi şerefsiz Kuzey. Ona bundan sonra şerefsiz Kuzey diyeceğim çünkü canım istedi.
''Miyav miyav kanka.''
Benimkilerin gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Umur gülmeme müsade edemeden ağzıma şaplağı geçirdi. Canım yanmıştı köpek. Dudaklarım botokslulara dönmüştü. Fazla sert vurmuştu yani.
''Pezevenk niye sert vuruyon lan!? Dudaklarım şişti.''
Umur hiç oralı olmadı. Omuz silkti. Elini oh işareti yapar gibi göğsünde kaydırdı kaç defa. İt oğlu itin acıması yoktu. Önündeki tantuniye döndü. Bitmek üzereydi. Kuzey açlık orucu yapıyordu. Kafayı kilosuna takmıştı. Sınır karakolundakiler kilosuna laf atınca yemek yememe kararı almıştı. Bence salakça bir karardı. Kilosu gayet yerindeydi. Sınır karakolu da demişken anlatmadan geçmeyeyim. Sınırda görev alan yirmi kişilik birlikten biriyiz. Kolay değildi sınırda olmak. Zaman zaman siktiri çekmek isteyenler de oluyordu birlikte ama işimiz de buydu sınırı, ülkenin kendisini korumak.
Çorbamı bitirmiştim. Umur da tantunisi bitirmişti. Bir oh çekip geriye yaslandık. Üzerine bir soda da içersek ne güzel olurdu. Kuzey'in haline de üzülmeden edemedik. Kollarını göğsünde birleştirmiş kafasında bir şeyler tartıyordu. Aç bir hali vardı.
''Abi azıcık yesem he. Ne güzel olurdu he. Kimseye söylemezsiniz he.''
Her he deyişinde bana çarpı iki hızında gülme gelmişti.
''Kardeşim dükkanın kapısından içeri girecek ilk kişi üzerine yemin ediyorum ki söylemeyeceğiz. Ye sen.''
Dedim ve demez olaydım. Kapıdan dehşet bir karizmada adam girmişti. Göğü ve denizleri kıskandıracak bir mavileri vardı. Yüzünde gram mimik oynamamıştı yanında heyecanla konuşan adamla tek tük konuşurken. Almanlara benziyordu. Onlar da aynen böyleydi. Hiç konuşmaz, mimik oynatmazlardı. Yanılmıştım bir konuda. Bizim masaya yaklaştıkça bu çocuğun güzel Türkçe'sini duyabilme şansı bulmuştum. Alman olamazdı ya da yarı Alman'dı. Bizim yan masaya karşılıklı oturdular. Çocuk onu görebileceğim şekilde sandalyesine yerleşmişti. Bakışlarımı fark etmiş miydi ki?
Tahsin Abi'nin dükkanında yeni işe başlayan garson çocuk yanlarına yaklaştı. Ne istersiniz diye sordu elindeki küçük kara defteri açarken. Mavili sesini çıkarmadı. Karşısındaki adamın sipariş vermesini izledi. Heyecanlı heyecanlı bir şeyler sıraladı. En son ayran istediğini duyabildim konuşmasında o kadar. Mavili konuşmaya kulak misafiri olduğumu anlamasın diye kafamı başka yöne çekmiştim ki göz göze geldik. O an yanağımda yaslı olan sol elimin baş parmağının heyecandan seğirdiğini hatırlıyorum. Diğer elimi üzerine koyduğumu ve heyecanımı saklamaya çalıştığımı ve başarısız olduğumu... En güzeli neydi biliyor musunuz? Gök ve denizler yanında halt etmiş çocuğun mavilerindeki buzları eritmeyi başarmıştım. -Galatasaray gol atsa bu kadar sevinmem şerefsizim.- Dudakları görebileceğim bir açıda yukarı kıvrılmıştı. Parmağının tersiyle kıvrılan yeri kaşıdı. Güldü gülecek. Çok güzel gülüyorsun lan! Şerefsiz kalpten gideceğim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Seven Adamlar (bxb)
Short StoryÇarşı izninde aşktan çarpılan adamın hikayesi. Not: Hikayede geyler var lütfen. BT: 1.9.24 BT: 6.8.24