SIFIR NOKTASI

39 1 0
                                    

Külleri söndür

Kozalar yanacak

Kelebekler ölmeyecek...

 *

 Hayattan nefret etmekte, geçerli nedenlerim vardı. Buna rağmen göğüs kafesimden içeriye o ılıklığı saniyeler sürmeden alıyordum, sebepsizce. Belki de nedenlerim mevcut düzenden kopmak için yeterli değildi.

Kandırdım. Kopmaya iznim yoktu.

Hayatım, ben doğduğum an ailem tarafından planlanmış, kum saati çoktan ters çevrilmişti. Yapmam gerekeni yapmak mecburiyetindeydim. Ve ben gerçek ailem tarafından bu düzen uğruna pazarlanmıştım.

Düzen, disiplin, hırs... Aklıma gelen sadece annem, Hare Özün... Hiç üşenmeden her gün ne yemem gerektiğini, kaç saat bale kursunda kalmam gerektiğini, haftada kaç saat şan dersi almam gerektiğini, her gün neler giymem gerektiğini listeleyen kadın... Dışarıda rüzgarlı bir havada pencereden kafamı çıkararak izlediğimde, benim için gülünç bir durumdu. Sayesinde, yeme bozukluğuna sahip bir bireydim çünkü. Ancak bundan henüz haberdar değildi. Tıp ki hayatımdaki alacakaranlık gibi...

Ups. Bir sır...

Olabilirdi. Her insanda olabilecek sağlık sorunlarıydı. Bir şekilde yine kulp bulmuş, annemi suçlamamakta direniyordum. Çünkü sevgiye aç bir beden her daim bir kırıntı yaratırdı. Umutla da o kırıntıya beklenti yükler, direnirdi. İğreti dolu bir ses çınladı kulaklarımda; Tak tak... Bir nevi metal çivilerin çakıldığı kalbi ortaya koyarak, kumar oynardı. Kalple kumar oynamak, sınıfta benden çıkan sessiz bir mırıltıydı. Dile getirdiğimde bile tüylerim diken diken olmuştu.

Kalbin kaybettiği kuralsız oynanan o savaş; aşktı. Yani aileme karşı hafifte olsa bir ışık, hakkımdı.

"İzel" dedi oldukça yakınımdan gelen bir ses. Tepki vermeyince, insanlardan duyduğum da hapis olan bedenimi hatırladığım o ismi zikretti. " İzel Hera Özün..." diyerek kalın, otoriter bir ses tınısıyla bana hitap ettiğini tekrarladı.

Bakışlarımı kalemle üzerine bastırdığım için delinmiş beyaz defter sayfasındaki o kirli lekeden çekerek, adını unuttuğum felsefe öğretmenimize çevirdim. İsim hafızam iyi değildi. Geçtiğimiz günlerde babamın adını bile unutmuştum. Belki gerek yoktu ama site bekçisi bıyıklı tonton amca sorduğunda, bilemediğim için mahçup hissetmiştim.

Oturduğum sıradan yavaş yavaş ayağa kalkarak, "Evet, benim..." diyerek yanıtladığımda zihninde bir çark misali dönen o cümleleri kimse duymasa bile ben duyuyordum; soğuk nevale... illa tekrar mı etmek gerekli? " Üzgünüm." Dedim sadece. Dalmıştım, hepsi bu.

Uyuyan bir öğrenci daha, diye içinden geçirdiğinde, bedenim hala bir tepki vermek istememiş olacaktı ki bomboş bakmaya devam ettim. "Sorun değil, İzel. Soruma cevap vermen yeterli." Dediği an sınıfın belli bir kısmından ufakta olsa kırıştılar gelmeye devam ediyordu. Haklılardı. Kim severdi ki felsefeyi? Yaşadığımız her an zaten saniye saniye şahit olduğumuz bu olaylar, felsefik olmaya yetiyordu. " Sence aşk ile saplantıyı nasıl ayırt ederiz?" Dediği an bazı merak dolu bakışları üzerimde hissetmek hoşum gitmedi. Soru değişik olsa da cevabı netti. Bende netti, belki de...

Sustum. Karşımda erken tatil yaparak bronzlaşmış adam, herhangi bir şey demedi. Yanımda ayağa kalktığım için bacağımı dürtebilen o bedene yandan ters bir bakış attım. Öğretmenimin gözümün ak kısmı ile karşı karşıya kaldığın yemin edebilirdim. " saplantı belirsizlik düşünceleri ile zihni kemirirken, aşk belirsizlik düşünceleri ile kalbi eritir." Dediğimde her sınıfta var olan o şak şak ekibi kendini belli ederek, gürültüye yakın bir karmaşık sesler çıkartıyorlardı. Vurdumduymaz olmam gereken o anlardan birindeydim.

KELEBEK ETKİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin