Göğsü Delen Kurşun

24 1 0
                                    

Kelebek kanadını görmedi.

Başkası tüm kusursuzluğu izledi.

Eşsiz olduğunu bilmedi,

Ölene kadar...

*

  Gözlerimi ve kulaklarımı kapadım. İçimde garip bir duygu kol geziyor, durmadan kabaran şeye artık müdahale edemiyordum. Sarsıcı bir histi. Kalbimde deprem, olabilir miydi? Saçma bir soru. Deprem bedende, enkaz kalpte kalırdı. Şu an enkazıma taş atılmıştı, hepsi bu. Trajik bir şekilde, yabancıydık bu bedenle. Belki de bu yüzdendi hislerimi tanımlayamamam. Karmakarışık kafama, baş dönmesi ve acı da eklenince hepten yenik başlıyordum güne.

Şimdi olduğu gibi.

Saat 10. 05 geçmesine rağmen yorgundum. Bir hastane odasında, koluma takılan bu şey, bana iyi gelmek yerine dibe itiyordu. Hayır, ilaç bana iyi geliyor. Dibi izlememe neden olan, yanı başımdaki bedendi. Senin yüzünden. Hastalık kokan odada, boğulmaya yüz tutmuş bedenimi, okyanusun kıyısına çekiyordum.

Seni suçlamak zorundayım, senden nefret etmeliyim.

Yarım saat öncesinde, yeni bir saat dilimini göremem sanmıştım. Ardından bir yabancı gibi art arda bu hastaneye girmiştik. Ben hasta, o ise tanımadığı birine hasta yakını olmuştu.

Başımı ağır ağır sol tarafa çevirerek, göz kontağımı kestim. Sesli soluğuna karışmış öfke olacaklara hazırlanmamı işaret ediyordu. Oturduğu koltuktan, ayağa kalktığını hissettiğimde, acıyı genzimden geçiremedim. Ve ben, sadece okyanusun bana kucak açtığı o kıyıda bir şeyler bekliyordum. Çünkü duvarlarım, kaybetmeme neden oluyordu.

"Senin yüzünden!" Dedi bir adım yatağa doğru adım attığını biliyordum.

Başımı ona doğru hızla çevirerek, arabada sayıklamaya son ver diyerek beğenmediği cümlemi pişkinlikle tekrarladım. "Beni burada indir, kimseye anlatmam dedim." Diyerek sessiz bir acıyla dudaklarımı araladım. Haydi söyle, Özün. Aklından bana dair bir şeyler geçir ki umutlarım yerle bir olsun. Gözlerimi delen yeşilleri, en ufak bir değişim yaşamadı. Sıfır noktası gibi etkisizdim. Hiç oluşuma kahkaha atmak istedim. Ancak sızılarımda aklımı yitirmeye fırsat bulamıyordum. Hani derler ya, düşmanın başına vermesin; Kalp sızısı... Herhangi bir canlı varlığın tatmasını istemediğim o duygu, ağır bir yüktü. Boynuna geçirilen urgan ip ile sessizce ellerin önünde, mahcup bir ifade ile kenetlenmiş, bekliyordun.

Konuşmadı, aklından tek bir harf dahi geçirmedi. Sustu. Yatağın üstündeki kırmızı düğmeye basarak, hemşireyi çağırdı. Gözlerim ondan kafamın üzerinde asılı olan seruma kaydı. Bitmişti. İçeriye giren hemşire, bana adımlayarak serumu çıkardı. Bir kaç nasihatte bulanarak, geçmiş olsun dileklerini sundu. Aralık olan kapıdan ağır ağır adımlayarak çıktı.

Yatakta doğrularak, babetlerimi giymek için eğileceğim esnada benden önce davrandı. Önümde yere çömelerek, yataktan sarkan ayaklarıma giden elleri, önce sol ayağıma değdi. Daha sonra sağ ayağıma. Donuk çehresiyle doğrulduğunda bakışları hala bendeydi. Ayağa kalktığımda, sanki teşekkür edeceğimi anlamış gibi, "boş konuşma, geç kaldım zaten" diye dilimin ucuna gelen kelimeleri, elinden düşürmediği bıçağıyla deldi.

Yalan bir cümle kurdum. "Git o zaman, seni tutmuyorum."

Bakışları benden koptu. Kalın dudakları, yavaş yavaş aralandı:

"Gidebilsem, giderdim, baş belası!"

Gitmedin. Neden? O kurnaz zihnin hiç mi hayaller kurmuyor? Okuyamıyorum seni. Hiçbir şey hissetmemek... Kolay olmalıydı ki yönü hep o tarafaydı.

KELEBEK ETKİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin