13| Sanada

30 2 9
                                    

Mesela Mete bu aralar çok dertliydi. Kalbinin ufak sızısı dertliydi, Mete'de nasipleniyordu hakkından.

Sude elindeki telefondan dikkatlice mesajları okuyordu. Kampüsün içinde en yakın buldukları ilk kafeye kurulmuş, pipet kemirerek boşluğa dalan Mete ile Yusuf'u bekliyorlardı.

"Çok iyi ele almışsın ama helal olsun." Dedi Sude onayladığını belli ederek kafa sallarken. "Bir şeyler anlatması için fazla zorlama, geri tepmesin. Bir süre yazmam falan dedi ya, yeni bir şey değil bu belli. Ufak tefek bir şey çıkmaz gibi ama," Derin bir nefes aldı. "Kaç yaşında demiştin?" Mete sonunda gözlerini daldığı noktadan çekti. "On sekiz. On dokuz olcak yakında."
Sude biraz daha düşünceli gibiydi şimdi. "Ergenlik diyip geçilecek yaşta da değil ama erkek çocuğu, biraz karışık oralar." Birazcık sessizlik. "Bence aranız o kadar kötü değil ya, sen devam et. İzolasyonu bitince yazar gibi." Sağolsun, Sude'ye ve psikoloji okuyor olmasına güvenmek istiyordu ama pekte profesyonel cevaplar alabileceğini sanmıyordu. Böyleydi Mete. Her yerden her telden tanıdığı bildiği dostu olurdu.

Yine de ne yapacağını şaşırmış durumda birkaç gündür kara papatyasına yazıyor ve yalnızca yazıyordu. En azından görüldüsü vardı. Bu da bir şeydi. Okula gidip geldiğini de duymuştu, ama genelde uyuyormuş. Geceleri uyuyamıyor falan mıydı acaba? Aile meselesi miydi? Bi hastalığı mı vardı? Mete bir süre daha bilemeyecekti bunları sanırım. Oflayarak kafasını masaya koyduğunda şapkası yana doğru düşmüş, dişiyle kemirdiği mor renkli pipet her hareketinde masaya çarpıp duruyordu. Acaba geçen gece temelden yeterince şey koyabilmiş miydi poşete? Ne sever ne sevmez derken birkaç çeşit cips, kola şeker çikolata... Atıştırmalık ne bulduysa doldurmuştu. Sude ise birkaç defa hızlı hızlı başını okşamıştı gencin. Ona bile bakmıyordu, telefondan klüp etkinliklerinin tarihini kontrol etmekle meşguldü.

Mete dakika başı kontrol ettiği kilit ekranında hiçbir bildirim bulamadıkça canı sıkılıyor. Oflamaktan ciğerleri bir hâl oldu, şehrin oksijen seviyesini düşürüyordu.

"Ben gidiyorum ya." Diye söylenerek ayağa kalktı. Şapkasını yeniden kafasına geçirdi. "Nereye?" Diye sordu Sude. "Maça belki."

Sude ifadesizce baktı ona. Omuzlarını silkeledi. "Ölme ve öldürme."

Uzun zamandır tek söylediği buydu Sude'nin. Olsundu, hiç yoktan her zaman daha iyiydi. Artık Yusuf'u bekleyen yalnızca bir kişi vardı.

Mesela Mete çok iki yüzlü bir insandı. Neredeyse çift kişilikli gibi davranıyor. Tam bir köpekti ve ne zaman saldıracağını bilemezdiniz. Hayat hikayesi de pek renkli ve ona göre pek nadir bulunacak türdendi. Yaşadığı her şeyde "ana karakter" hikayesi böyle olur diye baktığından doğru düzgün hiçbir şeyi umursamaz, ağırlığını anlamazdı. Bir şey hariç: Arda.

Saatlerini Nuri amcanın salonunda geçirdi o vakitten sonra Mete. İri yarı bir adamdı, sporcuydu belliydi. Ama bundan daha büyük görünürse hiç estetik duracağına düşünmez, spor salonunu ona göre kullanmaya çalışırdı. Yine de alışkanlıklar çabuk sönmez. Tıpkı şimdi, küçükken her sinirlendiğinde yaptığı gibi sporu salonu boşverip kendisini birkaç sağlam antrenman mankenine kitlemesi gibi. Bu mavi siluetin Mete'den çekmediği kalmamıştı.

Nuri amca ise seslenmiyor, kursları bitip neredeyse salonu kapatacak saate gelse de umursamıyordu. Mete'ydi bu. Kovmazdı. Nuri amcaya da bir zararı yoktu. Yani tabi, maketin hışını çıkartıp bir kenara atmazsa. Mete'de en çok bu zamanı seviyor. Zihni bomboş olmaktan öte, kafasına vursalar boş teneke gibi ses çıkaracak sanki. Transa geçmiş gibi, muhtemelen yine saatten falan haberi yok.

"Ne oldu oğlum sana yine?" Diye sordu Nuri amca, elinde bir buçuk litrelik kocaman bir su şişesi. Az önce mutfaktan doldurdu gerçi, ılık. Mete başını kaldırıyor sonunda, bütün el raketleri toplanmış, yerdeki mat gıcır gıcır. Salonun diğer tarafındaki duvar saatini görmeye çalışıyor ama beceremiyor, nefeslerini daha toparlayamadı.

Süryani Şarabı (BxB)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin