Two: ice blue eye

46 6 18
                                    

'Seni ilk gördüğüm an anlamıştım beni bitmeyen dertlerin içine sokacağını ama- tahmin etmediğim şeylerde oldu."


İnsanlar ölmüyorlardı, etraf yıkılmıyor veya yanmıyordu, hatta tek bir çığlık sesi bile yoktu. Kıyamet kopmuyordu.. Fakat Jennie için kıyamet kopmuş gibiydi, kendi nefes sesleri birer çığlık gibiydi kulağında. İçinde yananlar yıkılanlar ne ağaçlardı ne dağlar ne de gördüğü herhangi bir şey. İçinde yakılan yıkılan onun çabalarıydı, gecesini gündüzüne katıp kazandıklarıydı, küle dönmek üzere olan onun emekleriydi, çığlıklar soluklarındaydı ama kimseler duymuyordu. Kıyamet yalnız Jennie için kopuyordu, yalnızca o tükeniyordu ve sonu geliyordu.

Gözleri Başhekimin dağılmış odasına bakarken salık saçları karışmıştı, sert solukları dudaklarından hızlıca dökülüyordu ama Jennie bir şey yapamıyordu. Burayı mahvetmişti fakat sonrası? Sonrası yoktu elleri kolları bağlanmış gibiydi, buradan çıktığı an emekleri, mesleği, başardığı her ne varsa arkasında kalacaktı. Jennie çok ağır bir yenilgiyle başbaşa kalmıştı ve o en suçsuz olandı. Hak etmemişti! Bunları hak etmemişti ne yaşadığını bile bilmiyordu.

Gözleri öfkeden ve ağlamaktan kızaran kız Başhekim gibi kokan adaya daha fazla tahammül edemedi. Kara gözleri gibi sert bir kokuydu ve o adamın her şeyi gibi Jennie'nin midesini bulandırıyordu kokusu.

Aradan ne kadar zaman geçmişti? Başhekim onu sefilce bırakıp gideli ne kadar olmuştu? İki saat olmuş muydu? Jennie oturduğu duvar dibinden kalktı güçlükle. Odayı mahvettikten sonra duvarın dibine çökmüştü ve olanları hazmetmeye çalışırken deliler gibi kendi bacaklarına sarılıp sallandığından bir haberdi. Kimse gelmemişti, herhangi bir yetkili veya Chunia bile, kimse gelip onu durdurmamıştı.

Jennie midesi iyice bulanırken daha fazla bakmadı odaya, yüzünde sert bir ifadeyle çıktı odadan.

Etrafta bulunan herkesin meraklı ve çekimser bakışları üzerindeydi. Başhekimin odasını mahvettiğini biliyorlardı ve ondan çekiniyorlardı şimdi. Jennie hepsine lanet ederken ofisine ilerledi. Odasına girdiği gibi gözleri doldu tekrardan. Bu odaya sahip olduğu ilk an, bu hastaneye geldiği ilk an hepsi zihninde birer hayalet gibi canlandı ve kızın kalbini sızlattı. Hayır, her şeyini kaybetmiş olamazdı! Bunca şeyi kaybetmiş olamazdı! Kendi tırnaklarıyla kazıyarak gelmişti buraya, çok çalışmıştı her şeyini feda etmişti! Şimdi hepsini haksız yere bir hiç uğruna kaybedemezdi! Önlüğü orada asılıyordu ve Jennie arkasındaki kapıya yaslandı. Derin derin soluyarak mahvolmuş bir kadın gibi ağlarken elini kalbine bastırdı.

"Hayır," diye fısıldayarak isyan ediyordu. Bunları hak etmemişti, emeklerini, her şeyini alamazlardı elinden!

Hıçkıra hıçkıra ağlayan kızın bir zaman sonra midesi daha fazla bulandı ve dayanamayarak tezgaha koştu. Suyu açıp tezgaha doğru kustu, midesinde hiçbir şey kalmayana dek kustu. Bedeni kaldıramamıştı yaşadığı çöküntüyü. Zavallı kız kustuktan sonrada biraz daha ağladı, Başhekim şu halini görseydi acır mıydı ona? Jennie onun gözlerinde tek insancıl duyguyu bile göreceğine inanmıyordu, kendisini böyle görmesinede asla izin vermezdi.

Bedeni tamamen yıkılmadan önce ayaklandı Jennie. Elleriyle yüzünü yıkadı, kendine gelebilmek için boynunu ıslattı. Birkaç dakika boyunca soluklarını düzene sokabilmek için uğraştı. Cebindeki telefonu titremeye başladığında onu görmezden gelip çıktı ofisinden. Böyle pes edemezdi! Hakkının yenilmesine izin veremezdi!

Sert adımlarla geçti koridorlardan. Yolun üzerinde hızlıca yürürken Kim Woojin'i gördü. Başhekimin dedesi, Kyungja'nın eşiydi. Kıza sert gözlerle bakıyordu sanki gerçekten tek suçlu oymuş gibi. Jennie ona aynı nefretle, aynı tiksintiyle karşılık vermekten çekinmedi. Kim Woojin küçük bir kızın, bir hiçkimsenin kendisine attığı bakışlara şaşırdı, Jennie yanından rüzgar gibi esip geçtiğinde dönüp arkasından baktı.

black / taennieHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin