Düzyazı yazmayacağım dedikten sonra paşa paşa yazmaya geldim. Benim gibi kararlı olun.
İyi okumalaar.
Semih'in ağzından.
Evdeki birkaç ufak dağınıklığı da topladıktan sonra derin bir nefes verdim ve kendimi, salonda bulunan koltuğa bıraktım.
Barış Alper, bana yazdığında saat gece yarısını geçiyordu. Bu geç saatte neden yazdığını merak etsemde hiçbir şekilde sebep vermemesi, sadece ihtiyacı olduğunu söylemesi beni endişelendirmeye yetmişti.
Açıkçası bir haftadır pek yüzüme baktığı söylenemezdi. Evet, konuşmaya çalışıyor ve darlıyordu fakat bunu samimiyetle değil, isteksizce yapıyordu. En yakınıma, Kenan'a bile söyleyemediğim bu durum karşısında kafam iyice allak bullak oldu. Şu bir haftada asıl amacını anlamaya çalışmakla yiyip bitirdim kendimi.
İçim içimi yerken ayağa kalktım ve salonun camına yaklaştım. Herhangi bir araba girişi olduğunda görebileceğim yere gözlerimi diktim, sadece gelmesini bekledim.
Zaman ilerliyor, o ise gelmemek için resmen direniyordu. Bu durumda kendimi mesaj atmamak için zor tutuyor, onu da hemen yanımda istiyordum.
Uzun bir bekleyişten sonra tam pes edip telefonu elime aldım ki bahçeye giren arabayı gördüm. Elimde tuttuğum telefona bir bakış atıp koltuğa doğru fırlattım, düzgün düşünemez haldeydim.
Sonunda gelmişti.
Gelmişti ve bu gelişi, anlayamadığım bir şekilde karnımda garip hisler yaratmıştı.
Kendime gelmek ister gibi kafamı iki yana salladım. Kapıya koşturdum ve hiç beklemeden açtım.
Evim çok da büyük olmayan dubleks, bahçeli ve konforlu bir evdi. Bahçesi eve göre epey büyük olduğundan arabadan inen kişiyi beklemek bir iki dakikamı alıyor, onun yürüyüşünü uzaktan -bulunduğum yerden- izleme fırsatı sunuyordu. İşin en çok bu kısmını seviyordum.
Çimenlerle dolu, sadece yürüme kısmı taşlarla süslenmiş yolda onun adımlarını gördüm. Bakışlarım ayakkabılarından tüm bedenine, sonrasında yüzüne çıkarken dudaklarım benden habersiz aralandı.
Çok özenli ve şık görünüyordu, bu yüzden bakışlarımı bir an kendime çevirmeme engel olamadım. Diz kapaklarımda biten gri şortum ve beyaz tişörtüm dışında üstümde bir şey yoktu fakat o, öyle değildi.
İçine giydiği gömlek dışında simsiyah görünüyordu. Altında baldırlarını sıkıca saran siyah bir pantolon vardı. Pantolon normalde bol olsa bile ona dar gelmiş ve o sıkı baldırlarını gözler önüne sermişti. Beyaz gömleğin üstüne attığı siyah ceketiyle de giyimini mükemmelleştirmişti.
O yanıma gelene kadar bir elim kapının kulbunda, öylece ona bakıyor ve adamı resmen boydan süzüyordum. Neyseki gözlerimi o denli uzaktan seçemez, detaylarına indiğimi göremezdi.
Birkaç saniyenin ardından yanımda bittiğinde gözlerimi yüzünde gezdirdim. Bir yerine bir şey olduğunu görürsem ona çok kızacaktım, buna hazırlamıştım kendimi.
"Yavrum o kadar yol geldim, almayacak mısın içeri?" Konuşmama izin vermeden sözlerine devam etti. "Biliyorum, çok beğeniyorsun beni ama zaten seninim. İçeri geçelim, istediğin kadar bakarsın."
Yine yaptı, beni kızdırmayı yine başardı. Alayla çatılan kaşlarım bana eşlik ederken elimle içeriyi gösterdim. "Ne beğeneceğim seni? Tipim değilsin."