Yazardan
Ayaklarının altına on binlerce insanı almasını sağlayan plazanın en üst katında, kendisinin deyimiyle yeni sahibinin odasındaydı Barış. İçinde anlamlandıramadığı bir his, onun artık burada hayatına devam edeceğini söylerken bunun ne anlamda olduğunu söylemiyordu.
Hemen hemen her konuda bir fikri olan iç sesinin böyle can alıcı anlarda ona yardımcı olmaması kendisinde en nefret ettiği şeylerden biriydi.Topraklarında yatmaya can attığı İstanbul'a bakıyordu. Belki de gariplik Barış'taydı? Daha 25 yaşında genç birinin hayali olmamalıydı toprak altında yatmak. Ama o doğru olan ne, normal olan ne bilmiyordu ki... Nasıl bir hedefi olabilirdi onun yerindeki birinin? Para mı? mal mı? mülk mü? Sadece biraz sevgi istiyordu. Tek gayesi biraz olsun sevilmekti babası tarafından. Bu isteğini de gerçekleştirdiğinde kendini ölümün kollarına kendisi bırakacaktı.
Kimseyi uğraştırmadığı, arkasında ağlayan bırakmadığı temiz bir ölüm...Barış hiçbir yere yahut kişiye ait değildi. Hiç hissetmemişti de. Olur da bir gün gerçekleşirse nasıl farkına varacağını düşünüyordu zaman zaman, sonra da aklına böyle bir ihtimalin olmayacağı geliyordu.
Gençliğini geçirdiği Amerika sokaklarına da asla ait hissetmemişti. Tamam belki uyum sağlamıştı ama sokaklar onu hiç büyülememişti İstanbul kadar.
Karşılaştırmak yanlış geliyordu. İstanbul'un bir ruhu vardı Amerika'nın aksine. Her iki yerde bulunun iki aynı olgu katiyen aynı değildi. Gecekondular Amerika'da da vardı ama İstanbul'daki kötü işlerin merkezi, suç yuvası olan gecekonduların bile enerjisi vardı Barış'a göre.Alttan geçen arabaları bir süre saydıktan sonra sıkılmış, kafasını patronuna doğru çevirdi.
O kenarda dururken her zamanki gibi dosyalara gömülmüş ara sıra sayfa değiştirmekten başka bir yaşam belirtisi göstermiyordu sarışın.
Kesinlikle odak süresine hayrandı. Saatlerce masadan kalkmadan çalışabiliyordu ki bu 20 sayfa kitap okumaya bile zorlanan Barış için çok büyük bir şeydi.Hala gözleri onun üzerindeyken bir anda Semih'in kafasını ona çevirmesiyle göz göze geldiler. Belki Semih bu bakışmayı sıradan bir etkileşim olarak görüyor olabilirdi ama bu Barış için geçerli değildi.
Onu sadece bir haftadır tanıyor olmasına rağmen her gözlerine daldığında içi titriyordu.
İlk başta gözlerinin rengine bağladı bu hissi yaşamasını, ama ertesi günün sabahına kadar uyanık kalınca -sırf düşünmek için- sadece renk meselesi olmadığını kendine itiraf etti.Semih, fazlasıyla yakışıklıydı. Ve bu Barış'ın dikkatini çekiyordu haliyle.
Ama basit bir beğeninin ötesine geçmezdi içindeki duygular. En azından şimdilik öyle sanıyorlardı.Dejavu hissini iliklerine kadar hissettiren pembe dosyanın kapanma sesiyle beraber meraklı gözlerle Semih'e döndü. Her gün aynısı yaşanıyordu istisnasız. Mesela elindeki dolma kalemi sanki bir totemi gerçekleştiriyor gibi masasının en ön kısmında olan ve isminin yazdığı blaketin yan tarafındaki kalem için ayrılmış yere koydu. Ve yine her iş bitiminden sonra yaptığı gibi boynundaki kravatı genişletti.
"Barış, Mert'i çağırır mısın?" Dedi Semih.
Barış ise bunun bir rica değil emir olduğunu bilerek kafasını varla yok arasında sallayıp düşünceler esliğinde odadan çıktıktan sonra uzakta olmayan sekreter masasına yürüdü. Mert her zamanki gibi masasında oturuyor, omzu ve kulağı arasına sıkıştırdığı telefonla hem bilgisayara birşeyler yazıyor hem de alışılmışın dışında, gülerek şen şakrak bir şekilde telefonun karşısındakiyle konuşuyordu. Barış'ın geldiğini görünce de konuşmayı sonlandırmıştı.
"Çok emin konuşuyors- ben seni arayacağım." Dedikten sonra mahkeme duvarını andıran ifadesine geri dönmüş, alışık oldukları sekreter Mert kimliğine bürünmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CEO- barsem
FanfictionTüm olaylar tamamen hayal ürünüdür. Gerçek kişilerle alakası olmamakla beraber sadece isim ve görseller cast olarak kullanılmıştır. Mert ve Merih'in shiplendiği ilk fic sanırım