1.2

35 9 25
                                    

-Wooyoung-

Gözlerimi zar zor araladım. Yoğun bir baş ağrısı, tuhaf, alışkın olmadığım bir koku, bedenimi çevreleyen kalın, güçlü kollar.. Burnuma dolan ter kokusunun yanısıra zar zor hissedebildiğim hafif, tanıdık tonu da hissediyordum. Her şeyden önemlisi üzerimde ağırlık ve vücudumu rahatsız edici bir sıcaklık vardı. Kendimi yavaşça geriye ittirdim ve doğruldum. Kucağıma düşen kumaş parçasına baktım. Islak ve sıcak sayılırdı. Gözlerimi tekrar kapatıp başımı ovuştururken birkaç defa öksürdüm.

"Uyanmışsın."

Duyduğum tanıdık ses ile yanımda yatan adama döndüm. Choi San. Sahi, bu adam ne zaman geldi lan? Ve neden üzeri çıplak? Ter kokusu, vücudumu sarmalayan ağrı ve yatağımda, hemen yanımda yatan çıplak bir Choi San. Üstelik bana sarılmıştı?

"Orospunun doğurduğu beni mi siktin sen?"

Sesim tuhaf ve hırıltılı çıktığından mı yoksa kurduğum cümleden mi bilmiyorum ama kahkahalara boğulmuştu bir anda. Kaşlarımı çattım ve dik dik baktım.

"Hiçbir şey hatırlamıyor musun? Gerçi ateşin çok yüksekti. Endişelenme, senden faydalanmadım."

Kendimi tekrar yatağa, San'dan biraz uzağa bıraktım. Vücudum feci ağrıyordu. En çok da boğazım. Düne dâir hatırladığım yegâne şey annemin sabah işe gitmeden bana içirdiği ilaçtı. Ha bir de kaptanım ve küfrederek içtiğim o çorba.

"Ne sikime burdasın sen? Yatağıma girmişsin bir de, aranıyor falansın galiba."

Göz devirdi, bana yaklaştı.

"Dün öyle demiyordun ama. Beraber uyuyalım San, yatağımın altında canavarlar var San, her yerimizi örtelim yoksa canavarlar bizi yer San."

Duraksadım. Delici bakışlarımı ona yönlendirdim tekrar. Sanırım durumu anlamış olacak ki yüzündeki sırıtış bir anda kayboldu.

"Yanlış bir şey mi de-"

"Başka ne dedim, San?"

Yutkundu, doğruldu yavaşça. Hemen ardından ben de doğruldum ve ona döndüm ağrılarımı umursamadan.

"Hiç susmadın, hangi birini anlatayım?"

Evet, en nefret ettiğim özelliğimdi hastalanınca normalde kimseye anlatmayacağım şeyleri anlatmak ve travmalarımı ortaya saçmak. Yıllardır tanıdığım Mingi ve Yunho'nun bile bilmediği, sadece Hongjoong'a söylediğim travmamı söyleyecek kadar aptaldım. Yatağımın altındaki canavarları.

"Bak hiçbir şey hatırlamıyorum ben, sen de unut. Hiçbir şey olmamış gibi davran. Hatta sen git, Joong gelir zaten benim yanıma. Endişelenme de. Ben zate-"

"Seni de mi sevmediler dedin bana."

Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken o sertçe yutkundu. Gözleri tam benimkilere bakıyordu kararlı bir ifadeyle. Sanki beni, o içimdeki soytarıyı görüyordu.

"Evet dedim, sonra dedin ki sen de benim gibisin o zaman. Belki gerçekten de senin gibiyimdir Wooyoung."

Ellerimi saran büyük, sıcak ellere baktım. Sık sık karşıma çıkan Choi San değildi bu. O gün partide minik damlalar bırakan adamdı. San. Sadece San. İçimde bir yerlerde azıcık da olsa bulduğum o adam. Belki de istenmeyen, dışlanan o soytarı bana has bir maske değildi. Aksine, onunla karşılaşmam tesadüf bile değildi. Gözlerimi onunkilerle birleştirdiğimde gördüğüm adam oydu işte. Yatağının altındaki canavarlardan korkan Woo ile annesi yüzünü boyamasına izin vermedi diye ağlayan San. Herkesin rahatsız gözlerle baktığı ucube kılıklı iki soytarı.

"Benden ne istiyorsun San? Gerçekten benim gibiysen hangi cesaretle burdasın?"

Dudakları alışık olmadığım bir tonla kıvrıldı yukarı. Dalga geçmiyordu. Sıcak bir gülümsemeydi bu.

"Beni annem bile reddetti Wooyoung. Beni 9 ay karnında taşıyan, aylarca emziren kadın reddetti. Sadece ablam ve babam var benim hayatımda. Ama eğer çabalarsam, seni kazanırım. Eğer başarırsam da ilk defa arkadaşım olacak. O yüzden Wooyoung, denemekten, kırılmaktan, incinmekten korkmuyorum."

"Daha düzgün birini bulmalısın, en azından sana saygılı davranan birini."

İnce uzun parmaklarını benimkilere sürttü nazikçe. İlk defa yaşıyordum böyle bir anı. Sivri dilim bir kez yakmıştı canını. Tekrar da yakabilirdi. Joong, Mingi, Yunho alınmazdı belki. Hatta Yeosang bile kırılgan olmasına karşın alınmazdı ama San, San üzülürdü. Daha tanışalı 1 ay bile olmamıştı ama kırmıştım onu.

"Wooyoung, senin sevgi dilin bu. Aynı zamanda savunma mekanizman. Kendini sert göstermeye çalışıyorsun. Bu sayede kimse sana yaklaşmaz, kimse canını yakmaz. Ama Woo ben sana dürüst olmak istiyorum. Dediğim gibi, kaybedecek bir şeyim yok benim. Sadece bir şans vermeni istiyorum. Belki Hongjoong hyung gibi olamam, ama güvenebileceğin, tutunabileceğin başka bir dal olabilirim. "

Kollarını araladı yavaşça. Önce beni hazır bekleyen kucağa, ardından onun sıcacık, sevgi dolu gözlerine yönlendirdim bakışlarımı. En son ne zaman annem ya da bizimkiler dışında birine sarılmıştım? Hiç hatırlamıyordum. Daha az önce bu kolların arasında uyuyordum oysaki. Hafif, narin kokusu terle beraber burnuma doluyordu. Belki öyle kalmaya devam etseydim, kalp atışlarını bile dinleyebilirdim. Şimdi, birkaç dakika sonrasında San bana aynı şansı yeniden sunuyordu. Başımı o geniş et parçasına yaslamak ve kalın, güçlü kollarla sarıp sarmalanmak.

Aramızdaki mesafeyi kapattım yavaşça. Ardından çıplak bedenimi onunkine yasladım. Yüzüm boyun girintisine yerleşirken o sahiplenici bir biçimde sarmıştı beni. Yüzü saçlarıma gömülürken bir çift büyük ve geniş elin sırtımda dolandığını hissedebiliyordum. Birçok duyguyu aynı anda hissettiriyordu bana. Güven, huzur, en çok da sevgi. Saf sevgi. Hiçbir çıkar barındırmayan, yoğun, gerçek bir sevgi bu. Hastalığım yüzünden mi bilemiyorum ancak şu an ona her şeyimi anlatabilecek gibi hissediyordum. Ne kadar saçmalarsam saçmalayayım, beni yargılamayacaktı. Hissediyordum. Sertçe yutkunup araladım dudaklarımı.

"Bir gün, ben orta okuldayken yani, sınıfta bir çocuğun doğum günü için annesi parti vermek istemiş. O çocuk ve arkadaşları beni hiç sevmezdi ama annesi bilmediğinden beni de çağırmıştı. Gitmemem gerektiğini biliyordum, ama gitmek istedim. Ben parti yapsam kimse gelmezdi biliyordum çünkü. Çok merak ediyordum nasıl olacağını."

Saçımda hissettiğim eller ile duraksadım. Yavru bir köpek gibi başımın okşanmasından nefret etsem de bu kez öyle hissetmiyordum. O elini hiç çekmesin, saçlarım kalın parmakları arasına dolansın istiyordum sebepsizce.

"Parti akşama kadar sürdü. Zaten kış olduğu için hava erken kararıyordu. Pastayı yedikten sonra kendimi o çocuğun yatağına attım. Uyku bastırmıştı, küçükken böyle ne zaman tatlı yesem uyku bastırırdı. Ben uyuyakalınca bana şaka yapmak istemişler."

Aklıma gelen o iğrenç anıyı sanki tekrar yaşıyormuş gibi daha da sokuldum San'ın bedenine. Anlamış gibi daha sıkı sardı beni. Çok geçmeden de saçlarımda hissettim öpücüğünü.

"Gözlerimi açtığımda yerdeydim, kafamı çarpmıştım. Acısına uyandım zaten. Biri bacağımı tutuyordu. Sonra beni yatağın altına çektiler ve-"

"Tamam.. Geçti hepsi Wooyoung.."

Başımı yavaşça boynundan kaldırdığımda fark etmiştim ağladığımı. Boynu ıslanmıştı. Gözlerimi onunkilerle birleştirdim nasıl hissettiğini anlayabilmek için. İfadesi değişmemişti. Yine o sıcak, sevgi dolu gözlere bakıyordum. Gözyaşlarımı silerken bile kaybolmamıştı bu derin sevgi. Belki de Choi San benim tanıdığım gibi birisi değildi.

Belki de gerçekten benim gibiydi?

Bir süreliğine bayılmıştım ama geri geldim

MX Sinister -Woosan-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin