Uçaktan yeni inmiştim.
Valizimi alıp yürürken tur rehberinin çoktan orada olduğunu gördüm, yanında da tur için gelen diğer kişiler vardı. Beni beklediklerini belli edercesine yürüdüğüm tarafa bakıyorlardı.
Basit bir üniversite öğrencisiydim, kendi halimde takılırdım ve zamanımı çoğu zaman mitlere, farklı ülkelerin tanrılarına harcardım.
Bunları araştırmayı seviyordum ya da bilmiyorum; garip bir şekilde dehşet ilgi çekici geliyordu.
Şu sıralar şansım yaver gitmiş olacak ki tam da istediğim yere, Mısır piramitlerine uygun fiyatlı bir tur bulmuştum. Turun gideceği esas yer Abis harabeleriydi.
Burayı görmeyi gerçekten çok istiyordum, hakkında bulabildiğim her şeyi okumuştum ama gerçekten az bilgi vardı, büyük bir sırdan ibaret gibiydi bu yer.
"Park Jimin?" Tur rehberi konuştuğunda başımı salladım. "Benim."
"O halde tamamız. Harabelere ulaşmak için çölü geçmemiz gerekiyor! Sohbetimize yoldayken devam ederiz, toplanalım."
𓂀
"Başvuru formunu gördüm de, arkeoloji öğrencisi değil misin?"
Bize eşlik eden bir kaç yerli ile devenin üstünde piramitlere doğru gidiyorduk. Tur rehberi beni arada sohbete dahil etmeye çalışıyordu. Ağzımla tch sesi çıkardım. "Hayır, tıp okuyorum."
"Araştırma grubumuzdaki çoğu kişi arkeoloji öğrencisi. Sen neden tıpçı olarak bu işe merak sardın?"
"Çocukluğumdan beri merakım vardı. Böyle bir tur fırsatı bulmuşken kaçırmak istemedim," diye yanıtladım onu.
Ayrıca her zaman orası beni çağırıyormuş gibi hissediyordum.
Yaklaşık beş bin yıl once kurulan bu uygarlık, kurulduktan bin yol sonra aniden ortadan kayboldu.
Yakın zamanda ise kum bataklığı çökerek şehir harabesini gün yüzüne çıkardı. Arkeologlar buranın Abis'in son kraliyet şehri olduğunu tahmin ediyordu.
Grubumuz harabelere yaklaştığında ben etraftaki diğer insanları pek umursamıyordum ya da tur rehberinin anlattıklarını pek dinlemiyordum. Gözüm sanki yeraltı şehrine benzeyen, çoğu yeri kumların kapladığı harabe şehri tarıyordu.
Develerden indiğimizde büyülenmiş gibi etrafa daha yakından baktım. Piramitlerin içine girmek için sabırsızlanıyordum. Ama elbette, tur rehberi önce harabelerin dışını tanıtmakla başladı.
Biz gezerken gözüm hep sembollere takılıyordu, ben büyük bir merakla incelerken sonunda piramitlerin içine girmek için büyük yapıya yaklaştık.
Sabırsızlandığım piramitlere girdik. İçeride gerçekten fazlaca turist vardı. İçerisi dardı ve merdivenimsi tahtalar oldukça dik duruyordu.
Uzun süre harabeleri dolaştık. Hava hafiften kararmaya başlamıştı bile.
Sonrası ise.. nasıl oldu anlamadım, turdakileri kaybetmiştim.
Başıma buyruk hareket ettiğim için girmemem gereken yerlere girmiş olabilirdim. Ama bu yer gerçekten çok büyüktü.
Piramitler hakkında oldukça fazla mit vardı. Bazı odalara girilmenin yasak olduğu, hatta bazı odaların daha keşfedilmemiş olduğunu duymuştum.
Etrafımda tek bir insanın bile olmaması yanlış yerde olduğumu gösteriyordu, kaybolmuştum.
Telefonumu çıkardım, elbette böyle bir yerde sinyal olmayacağını biliyordum ama yine de şansımı denemek istedim.
Ben telefonla uğraşırken yakınlarda bir ses duydum. Öyle ki, ses çıkarmamak için nefesimi tuttum ve önümdeki kapısız, taş odalardan birine gizlice bakmaya çalıştım.
"Sessiz ol be! İnsanları buraya çekmekten korkmuyor musun?"
İçeride bir grup insan vardı, yerli gibi giyinmişlerdi. Yanlarında iri bir çuval vardı.. antik eşyaları çalmıyorlardı, değil mi?
"Onu da al," diye sevinçle cıyakladı diğeri. "Bu sefer oldukça değerli eşyalar bulduk."
Sakin olmalıydım, önce tur grubunu bulmalı sonra da polise haber vermeliydim-
Bam.
Arkamdan yaklaşıp kafama sopayla vuran birini fark etmemiştim bile. Yere yığıldım ve.. sonrası karanlık.
𓂀
Neredeydim? Her yer neden zifiri karanlık? Başımın arkası manyak gibi ağrıyor... Oh.
Başımı kaldırdığımda yine çarpmamla sızlandım. Neden yukarıda kapak var?
"Siksen kimse onu bu lahitte bulamaz."
Lahit mi?
"Konuşmayı kes, gidelim." Tak tak tak. Ayak sesleri. Sanırım gidiyordular. Şok olmuşcasına kapağa vurmaya başladım.
"Orada kimse yok mu?! Çıkarın beni buradan!"
Vurmaya devam ediyordum, ellerim ne zaman kanamıştı ya da ne zaman yaralanmıştım bilmiyordum. Öyle ki, elimin kanı yere damlıyordu. "Çıkarın beni!"
Çıkarın, lütfen..
Aniden kapak açılır gibi oldu. İttiğimde sonunda çıkabilmiştim. Odada kimse yoktu ama odanın tam ortasında taştan iri bir heykel duruyordu.
Heykelin önüne geçtim, incelemeye başladım, oldukça gerçekçi duruyordu. Tek gözüne Horus'un gözü çizilmişti.
Öyle tanıdık gelmişti ki bir an, sanki bir yerdelerde onu görmüştüm. Elim istemsizce uzanıp yanağına dokundu.
Birden irkildim. Şimdi bunun zamanı değildi, buradan bir an önce çıkmam gerekiyordu. Elimi çektim ve alelacele o odadan çıktım.
𓂀
Jimin odadan çıktığı zaman heykelin üst katmanının çatlamaya başladığını fark etmedi.
Tıpkı lahitin içinde kanı yere damladığında sembollerin parlamaya başladığını fark etmediği gibi.
𓂀
mrb see you my king enayisiyim😔🙏
genel olarak ayni yaziyorum ama orda olaylar cok karisik😔😔 ortalarini ve sonunu degisirim muhtemelen. umarim begenirsiniz!!💞
ŞİMDİ OKUDUĞUN
abyssal ruins, jikook
FantasyAntik Mısır kalıntılarını görmek için arkeoloji gezisine katılan Jimin, tüm hayatının değişeceğini nereden bilebilirdi ki? Dikkat; "See You My King" isimli manhuadan uyarlamadır!