2019
AnkaraAnkara ayazı öyle bir soğuktu ki, insanın etini keser, ruhuna kadar işlerdi. Küçük odasının penceresinden perdeyi aralayıp dışarıya baktı Yağmur, her an fırtına gelecek gibi bulutlarla doluydu hava. Kışı hiç sevmezdi. Zaten soğuk rüzgarların estiği, ev demeye bin şahit isteyen bu derme çatma yapı iyice yaşanmaz hale gelirdi.
Tahta kapının arkasında asılı olan, kendisine iki beden büyük gelen şişme montu geçirdi üzerine. Fırat'ın eskilerinden biriydi bu da, artık ona olmadığı için kıza kakalamışlardı. Hoş kıza da olmuyordu ya, zaten Yağmur da üvey abisinin eskilerini giymeye bayılmıyordu ama montsuz gezecek değildi bu havada. İnat ve gururun ona bu hayatta bir şey kazandırmadığını öğreneli çok oluyordu.
Fırat ve amcası olacak olan Levent eve gelmeden çıkması lazımdı, saat geç olduğundan diğerlerinin uyuduğunu düşünüyordu kız, o yüzden daha rahattı her zamanınkinin aksine. Yine de siyah spor ayakkabılarını ayağına giymek yerine eline alıp sessizce çıktı ve kapının önünde giydi.
Ayazı yiye yiye, elleri cebinde yumruk olmuş bir şekilde bir alt sokaktaki dolmuş durağına vardı. Saat henüz akşam dokuzdu ve en geç onda iş başında olması lazımdı. Yalvar yakar bulduğu bu işi de kaybedemezdi, zaten evdeki zebaniler onu odaya kilitlemeye yer arıyordu.
Beş on dakika sonra boş yolda farları görünen mavi dolmuş, yavaşlayarak önünde durduğunda birbirine çarpıp titreyen dişlerini sıkarak araca bindi. İçerideki tek yolcu olmamasının rahatlığı vardı yüreğinde ama tek kadın olduğu için ineceği durağa varana kadar diken üstünde oturdu.
Ne olur ne olmaz diye sabahın kör vaktinde kütüphaneye gidiyorum bahanesiyle çıkıp, gündüz gözüyle yolunu ezberlediği adresin biraz uzağında durdu dolmuş. İndiği gibi boğazına kadar çektiği montuna sarılıp sabah çıktığı yokuşu yürüdü. Geldiği yer ile buradaki evlerin farklılığı her seferinde şaşırmasına sebep olmuştu. İki mahalle arasında on beş dakika ya var ya yoktu, ama aradaki fark on beş dakikadan çok daha büyüktü. İki muhitte de insanlar yaşıyordu da hayatları arasında bir uçurum kadar fark vardı. On beş dakika içinde başka boyuta geçti sanki.
Tanıdık beyaz villanın önüne geldiğini bahçe kapısının ardına kadar açık olmasından ve kapı önündeki lüks arabalardan anlamıştı.
İçeri girecekti ki demir kapının önünde ikinci bir kapı gibi dikilen iri yarı güvenlik engel oldu.
"Burası özel mühit hanımefendi, davetli değilseniz giremezsiniz." dedi kızı baştan aşağı süzmeden hemen önce. Kızın kılık kıyafetinden, duruşundan, bu koca koca villaların arasında ela gözlerini sinirle kısıp ayaklarını yere vura vura yürüyüşünden buraya ait olmadığı anlaşılıyordu. Ufak bedeninde, bu düzensiz düzene karşı, neden buradaki diğer ailelerin çocukları gibi şanslı doğmadığına karşı önüne geçemediği bir öfke besliyordu. Kimeydi, neyeydi bu siniri bilemediği için de her seferinde içinde patlardı kızın çığlıkları.
Yarmanın yüzünü görebilmek için başımı biraz kaldırması gerekmişti. Adamın kaya gibi duran sert kara gözlerine rağmen, çenesinini dikti. "Ben burada çalışıyorum." dedi güçlü bir sesle.
"Kartınızı görebilir miyim?"
Duraksadı kız. Ona kart falan vermemişlerdi ki. Oflayarak kolundaki saate baktı, beş dakika içinde mutfakta olması lazımdı.
"Abi, ben gerçekten burada çalışıyorum. Parti mi ne varmış, catering şirketi ile geldim."
Adamın kaşları çatıldı. "Catering on dakika önce giriş yaptı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
wildflower
Fanfictionkirpi gibisin. her tarafın diken. kim elini uzatsa, delik deşik. üstelik, sen de kan içindesin.