MART 2021
Birine sinirlendiği zaman insan, içinde garip bir öfke meydana gelir. Küçük bir alev, her şeyi yakıp yıkacak güce sahip olana dek yanar. Ben birine sinirlendiğim zaman uzaklaşıp o insandan; beklerim, içimdeki küçük alevin büyümeden yok olmasını. Çünkü bilirim eğer öfkemin üzerine gitmeye karar verir isem, oturduğum masadan ilk kalkanın akıl olacağını. Şimdi oturmuş, soğuk rüzgarın saçlarımı savurup geçtiği bir kış sabahında önümdeki bir fincan kahvem ile not defterime, zihnimin kaosu bir düzen olarak belirlediği kelimeleri beyaz sayfanın üzerine kalemin ucundan çıkan siyah mürekkeple iz bırakıyordum. Küçüklüğümden itibaren kendimi rahatlatma yöntemim buydu; doğrusu onun gittiği geceden sonra, konuşacak kimseyi bulamayışımın ardından; kağıda, kaleme sarılmıştım. Bir fincan kahve ve önümdeki defter; hala yaşadığıma dair ufak bir belirti de olsa hissettiren sayılı şeylerdi. Yağacak karın habercisi olan rüzgar; gelip geçerken saçlarımın arasından, bana hayatımdan rüzgar gibi tatlı sızı oluşturup gidenleri hatırlatıyordu. Ne çok insan gitmişti; birileri ihanet kapılarını aralayıp gitmiş, bazılarını ben çıkarmıştım hayatımdan ama sonunda hepsi bir şekilde yok olup gitmişlerdi. Tek kalmıştım bu koca dünyada; yalnız başıma nefes alıp vermeyi öğrenecek kadar.
Kağıdın üzerinde izler bırakırken; arkamdan kapının açıldığına dair ses gelmişti.
"Küçük hanım." Ses, evde benimle beraber yaşayan tek insana aitti; Zaliha Hanım'a. Uzun olmasada hatrı sayılır zamandır benimle beraberindi; bana tahammül edecek kadar. Sabahları erken saatte gelir, gece geç saate kadar kalır ve öyle giderdi.
"Efendim, Zaliha Hanım ?"
"Sizi, kapıda görmek isteyen birileri var." Duyduğum cümle ile kaşlarımın çatılması eş zamanlı olurken oturduğum gri tonlarındaki koltukta yüzümü kapıya döndüm.
"Anlamadım, kim ?"
"Bir hanımefendi ve iki beyfendi, sizi soruyorlar."
Merakım gün yüzüne çıkmış ve çoğalmaya başlıyordu ki yerimden kalkıp Zaliha Hanım'ın olduğu yere, içeriye girdim. Uzun bir yolunun ve siyah beyaz kuş tablolarının olduğu koridorda adımlarım sıralarken kim olduklarını düşünüyordum kapıdaki kişilerin. Yarı açık olan kapının önüne gelip, kendime doğru çekerken gri kapıyı önce görüş alanıma bir çift, ıslaklığın hala yerini koruduğu siyah postallar girmişti.
Karşımda yer alan insanlara bakıp bir taraftan da tanıyor muyum diye inceliyordum yüzlerini, aynı şekilde onlarında bana baktıklarını görmüştüm; sol tarafımda elinde bebek puseti tutan bir adam, sağ tarafta ona nazaran daha kısa olan başka bir adam ve arkada beyaz kabanı ile duran anlamını çözemediğim ama insanda hüzün bulutları oluşturacak bakışlara sahip bir kadın yer alıyordu.
Kimdi bu insanlar, üstelik bebekli; bırakın bu insanların benimle ne işi olduğunu, bebekli üç kişinin ne işi olduğunu sorgulamak benim için daha cazip geliyordu.
"Merhaba ?" Sonunda sessizliğe son verip konuşan ilk kişi ben olmuştum.
"Mitra, Mitra Cevahir değil mi ?"Genç kadının dudaklarından adım çıkarken önceden bir yerlerde karşılaşıp karşılaşmadığımızı anımsamaya çalışıyordum.
"Evet benim, siz kimsiniz ?"
İçimde huzursuzluk baş gösteriyordu ve yıllar önce hatırlamak istemeyeceğim gecede olan hisler meydanda bana el sallıyorlardı. Gözlerimi kadının üzerinden alıp tam önümde ve sol tarafta duran adama çevirmiş ve yüzüne bakmıştım; gözlerini, Tanrı; insanların nefesini kesmek için var etmişti sanki.
Gri tonlara sahip olan çakır gözleri, yalnızlığın ensemdeki soğuk nefesi gibi hissettiriyordu.
Dikkatimi toplayarak için boğazımı temizlememin ardından yeniden arka tarafta yer almış olan genç kadına baktım, konuşmaya devam etmesi için.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇAN ÇİÇEKLERİ
Tiểu Thuyết ChungYalnızlığın adım seslerini duyuyor musun Mitra, geliyor; yıkıcı olacağı bilerek ve bunu umursamayacak kadar katran bir kalple geliyor. Bu ilk yıkımın olmayacak senin, hatırla geçmişini; geçmişindeki o büyük yarayı hatırla. Geçmişin izinin kaldığını...