13

440 27 11
                                    



Kyk interneti çekiyorken, bölümü saldım. Bol yıldızlar ve yorumlarla okumanız dileğiyle...

*

     " Anne..." dedi tiz bir sesle. Baktığı yerde, gölge vardı. Ancak bir insan esamesine dair gözle görülür hiçbir şey yoktu. " Orayı görüyor musun?" diyerek işaret parmağını kaldırarak, annesine göstermeye çalıştı.

Annesi, içli bir nefesle kız çocuğuna " Yazgı... Orada bir şey yok." dedi. Sıkı sıkı tuttuğu kızının elini, " hadi, fırtına başlayacak şimdi..." diyerek ilerlememeye devam etti. " Hadi daha mezara gideceğiz, çiçeğim..." dediğinde adımları mıhlandı, minik kızın.

Annesine doğru kafasını kaldırdığında, " çiçek değilim ben." Kirpikleri ıslak bir şekilde annesinin onu anlamasını bekledi. Abisi ve Kurt'tan başkasına çiçek olmayacaktı. Annesinin, abisinin ölümünden sonra da kendisine bu denli sıkı sıkıya sarılması kendinden daha çok nefret etmesine neden oluyordu. Çünkü abisi şehadet şerbetini içmiş ve yerine babasının deyimiyle kendisi geçmişti. Ve geriye Gül'e kalan bir ölüm kalım meselesi olmuştu. " Yazgı, benim adım" diyerek boşta kalan eliyle yaşarmış gözlerini ovdu. " Yazgımdaki lanet Gülü soldurmuş, anne. Babam dedi, bana." Diye yutkunduğunda, " bu yüzden bana bakmıyorsun. Sana da bulaşır diye korkun." Elini annesinden ayırdığında, Sezen Hanım kızının zihninde bu kadar derin düşüncelerde cebelleştiğini, kalbindeki harbi ilk kez tüm çıplaklığıyla gördü. Onu odaya kilitlediği zamanlar saatlerce boş duvarı izleyen kız çocuğunun kalbinde sönmeyen ateşi yakmıştı, annesi. Ağlamadan, sızlamadan bıraktığı gibi bulurdu, dört duvar arasında. Dalar giderdi, bomboş duvara. Annesi bir kızına bir de ona olan sevdaya kör olmuştu. " Çünkü ellerini bile titretmeden seni boğan kalbini yaşatmak, hakkın." Diye devam etti, minik kız. Annesinin gözlerinde ilk defa nefret dışında bir duygu kırıntısını gözleri dışında kalbi de gördü; acımaydı, bu. Annesi, kızının yıkımına yalnızca acıyordu.

Gözlerini kapattı, kız çocuğu. Kanayan yaraları, aile bile saramazdı. Biliyordu, artık. Dikiş tutmayan yaraydı, çünkü akan kanların yuvaları.

Önceliği dört duvar bir çatı değildi. Ona ev olmayı başaran kalpti. Dört duvarda yalnızlık varken, evde kaderi vardı. "Oradan dönerken... Yolu uzatalım mı, Kurt'u görmek istiyorum." Diyerek adımlamaya başladı. Annesinin ardından geldiğini hissediyordu. Bu yüzden gözleri ardına bir an olsun kaymadı.

Adımları mezar taşının başında duraksadı. Yazması da okuması da önündeki çukurun içinde kaybolan abisinin öğrettiği kadarıylaydı. Koca harflerle Oğuz Alkan, yazıyordu. Sayılar vardı. Başka bir şeyler daha yazıyordu. Birleştiremiyordu, hiçbir şeyi. Taşın üzerindeki her şey karmakarışık geliyordu, buğulu kehribarlara. Abisinin yardım etmesi gerektiği anda öylece yatıyordu buram buram kan kokan toprakta.

Gözlerinden düşen yaşlara engel olmak için çabaya girmedi. Annesi onu görmeyecek, kızmayacaktı bu defa. Çünkü kalp acısına dinmek bilmeyen bir sızı eklenmişti. Kınalı kuzusuna, hiç sönmeden yanan ciğeri harlanıyordu.

Dudaklarını büzdü. Dokunduğu taşta elleri, buz kesti. " O üşür..." diye sessizce mırıldandı. Onu duyacak herkes uzağındaydı. "Abim, hasta olacak burada. Canı yanacak. Kimse sarmayacak onu, burada." Diyerek sayıkladı. Diğer elini de taşa koyduğunda, sıkıca sarıldı hissettiği soğuğa. " Havalar sıcak olana kadar, gitmeyelim." Dedi taşa değdi gözyaşı. Bir istek sundu, kalbi kendine kör olan annesine. " Sende sar onu." Diyerek annesine bir kez daha göz yumdu. "Ona bana baktığın gibi bakma." Diyerek boğazındaki düğümü yutmaya gayret etti. Kördüğüm, çözülüp yolunu bulur muydu? Başaramadı, Gül'de. " Her gece üzerini örten abimi sıkıca sarsana, kollarım ona yetişmiyor anne." Diye daha sıkı benimsedi kolları arasındaki taşı.

PİNHANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin