Size sürekli hayatımın berbatlığından bahsediyorum. Oysa dışarıdan bakıldığında normal bir hayatım var sayılır, herkes bir yakınını kaybetmiş olabilir ve bu sizi eve kapatmaz. Bazen bir şey olur ve üzülürsünüz, olan şeyin acısını çekersiniz. Bazense hiçbir şey olmamasına rağmen acı çekersiniz. Ortada hiçbir şey yoktur ve durup dururken derinlere dalarsınız ve düşünceleriniz sizi üzmeye başlar. Bu kimi zaman deniz kıyısında dalgaların birbirini kovalayışını izlerken olur, kimi zaman gece yatmadan önce tavana boş boş bakarken olur, kimi zaman sabah kalktığınızda yatakta boş boş oturduğunuz o birkaç saniye olur. Benim sıkıntımsa bu durumu sürekli yaşıyor olmam. Belki beni çok pesimist olmakla itham edeceksiniz ve belki de haklısınız, ama bu durumu değiştiremiyorum-dum. Bazı zamanlar hayata keyifle bakabildiğimi fark ettim. Mesela bu sabah kalktığımda balkona baktım ve balkonda bekleyen güvercinin yavrusunu gördüm, iki yumurta vardı ama bir yavru çıkmıştı. O yavruya on dakika kadar baktım, annesinin onu sahiplenişini izledim. Bazen dünyaya şefkatle bakabiliyorum. Çay koydum.
Geçen gece eve sabah saatlerinde gitmiştim, babaannem beni beklerken seccadenin kenarında uyuya kalmış. Ona durumu izah edemeden odama geçip uyumuştum. Aradan birkaç gün geçmişti, belki de hafta bilemiyorum. Bugün günlerden cumartesi. Belki de Salı. O geceden sonra Yağmuru hiç aramamıştım, utandım sanırım. Dolabıma baktım, yıllardır giymediğim kıyafetler vardı o dolapta, hepsini bir hevesle almıştım. Kıyafetlerimin birer hikayesi var gibi hissediyorum, birini giyince diğerinin kıskandığını düşünüyorum, yenisini alıp eskisini bıraktığımda kırılan gömleğin halinden anlayabiliyorum. En son 4 yaz önce tatile giderken giydiğim bir mavi gömlek çarptı gözüme, GTA'daki ana karakterin gömleğindendi, ilk gördüğümde bir hevesle almıştım onu da. Papucu dama atılmış gömleğimi giyip aynada kendime baktım, sakallarım uzamıştı. Giyinmişken soyunmaya üşendim, giyinikliğimi değerlendirip dışarı çıktım. Sokakta boş boş dolanırken yerde bir kozalak gördüm. Matrix'teki beyaz tavşan gibi bir simge haline gelmişti kozalak benim için. Kozalağı takip ede ede Plüton'a vardım, dükkanın kapanma saatine az bir vakit kala. İçeri girdiğimde kıvırcık top sakallının yaka kartına dikkat ettim, Canberk'miş ismi. Sonra ona "Canberk Bukowski kitapları ne tarafta?" diye sordum, bakması gerektiğini söyleyerek labirentin içinde kayboldu. Kıvırcık top sakallıyı gönderince kasaya ilerledim ve Yağmuru gördüm. Çok güzeldi. Mahçup bir gülümsemeyle yanına yaklaştım ve bana önerebileceği bir kitap olup olmadığını sordum. "Sana kitap öneremem ama biraz insan içine karışıp mutlu olmaya çalışmayı önerebilirim." Dedi.
"Mutlu olamıyorum."
"Olmaya çalışmıyorsun."
"İnsan içine karışamıyorum."
"Karışmaya çalışmıyorsun. Yani geçen geceki konuşmadan benim anladığım bu."
Sorun şu ki geçen geceki konuşmaya dair hiçbir şey hatırlamıyordum.
"Belki insan içine karışmama yardım edebilirsin." Dedim. Güldü. Güldüm.
Güldükten sonrası çok net değil, sadece o akşam bir şiir dinletisi olduğunu ve beraber gitmeyi teklif ettiğini hatırlıyorum. Kabul etmiştim.
Yol boyunca hiç konuşmadık, sadece bazen kafamı çevirip onu izliyordum, gözlerine bakıyordum. Başka tarafa bakarken bile inanılmaz bir çekiciliği vardı gözlerinin. Okyanusun dibinde değerli taş arayan bir dalgıç gibi hissediyordum gözlerine baktığımda. Gerçekten güzeldi.
Birkaç şiir okundu, güzel şiirler okundu. Yağmur şiirden anlıyordu. O şiiri okuyanlara hayranlıkla bakarken ben de ona hayranlıkla bakıyordum. Belki yalnızlığımdan dolayı bir aşık olma ihtiyacı hissediyordum bilmiyorum, ama birine aşık olacaksam Yağmur bu rol için doğru kişiydi. Yağmur dinleti sırasında bir çok kişiyle selamlaştı, bir çok arkadaşı vardı. Ama onda da benimki gibi bir yalnızlık vardı, gözlerinde görüyordum bunu. Yalnız olmanın sayıyla alakası yoktu, o da bunun farkındaydı. Şiirler bittiğinde beraber çıktık o büyük kapıdan ve sıyrıldık o izdihamdan, baş başa. Acıkmıştık, ben onu nereye götürürsem etkileyici olur diye düşünürken o gördüğümüz ilk seyyar köfteciye yöneldi. Büyük beklentileri yoktu. Köftelerimizi aldıktan sonra denize nazır bir bankta oturduk. Dalgaların birbirini yutuşunu izlerken düşüncelere dalmıştı, benim her zaman sahip olduğum düşüncelere. İlginçtir ki bu sefer düşünmeyen bendim, sadece ona bakıyordum. Zihnimden Yılmaz Erdoğan'ın sesinden "Sana bakmak Allah'a inanmaktır." Dizesi geçti. Sadece onu izliyordum. Bazen karanlık yollarda yürürken gözünüze bir ışık ilişir, bir kedi gözü gibi, parlak kedi gözleri. Zifiri karanlığın içindeki tek ışık o kedinin gözüdür, o fosforlu yeşil renktir tek ışık. Yağmurun gözlerine baktığımda aynı hissi yaşıyordum, üstelik onun gözleri fosforlu veya yeşil de değildi. Bana işinden ve okulundan bahsetti, benim bahsedecek bir şeyim yoktu. Kendine ait bir kitapçısı vardı, kitapçı eskiden babasınınmış. Babası öldükten sonra kendisi çalıştırmaya başlamış. Onun da babası ölmüştü ve o bunu eve kapatmamıştı. İmrenerek baktım ona. Konu baba olunca bir efkara daldım ve bir sigara yakmaya yeltendim, elime vurdu. "İçmeyeceksin." Dedi. "En azından benim yanımdayken içme. Yapma bunu kendine." Beni değiştirmek mi istiyordu? Belki de sadece korumak, yardım etmek istiyordu. Gecenin sonunda onu eve bıraktım. İçeri girişini izledim, içeri girdi, izlemeye devam ettim. Sanırsam yarım saat kadar hareketsiz kalıp apartmanına baktım, amaçsız bir şekilde. Kendime geldiğimde bir kozalak görecek miyim diye etrafa baktım, göremedim. Boş adımlarla çevredeki binaların ışıklarından gözlerimi sakınarak yürüdüm, paketi atmayı düşündüm ama yapmadım. Keşke beraberken şiir yazdığımı ona söyleseydim diye düşündüm. Herkesin aklına gelmez mi konuşma bittikten sonra "Keşke böyle söyleseydim." Cümleleri. Söyleyemediklerimi söylediğimi düşünerek bütün akşam geçen diyalogları tekrar ettim kafamda eve varana dek. Girdiğimde babaannemi örgü örerken gördüm. Yaz gelmişti ve o örgü örüyordu. Odama geçtim ve yazmaya çalıştım, şiir dinlemek şiir yazma ufkunu açıyordu. Daha önceki denemelerimden iyi olduğunu düşündüğüm bir şeyler çıkardım daktilodan. Yatağıma uzanıp telefondan "Şiir okunurken arkada çalabilecek fon müzikleri" açtım. Onları dinleyerek uykuya daldım.