Batıyordum. Bataklıktaydım ve çıkamıyordum. Çabalıyordum fakat olmuyordu, bir noktadan sonra kendimi bıraktım. Bir saniye öncesine kadar çıkmak için çabalayan kaslarım bir anda durmuştu, büyük bir rahatlama hissediyordum. Birazdan sonsuza dek batmış olacaktım ve ben naneli şeker üstüne soğuk su içmiş gibi hissediyordum. Gökyüzüne bakıyordum, güneş tepeden bana sırıtıyordu. Yavaşça göz kapaklarımı kaparken bir şey oldu. Bir şey önce çalıları yarıp bana ulaştı, sonra da gözümü açmamı engelleyen ışık huzmesini dağıttı. Bir insan silüetiydi bu. Elini uzattı bana, tuttum. Birkaç santim yükselebilirsem hem kurtulacak hem de kurtarıcımın yüzünü görebilecektim.
Uyandım.
Sokaktan çocuk sesleri geliyordu, bu devirde hala sokakta oynayan çocukların olmasına şaşırdım ve demir parmaklıklı pencerenin ardından sokağa baktım. Yanılmakta haklıymışım. Bir anne ve iki çocuk yolda yürüyordu, küçük olan annesine büyüğü şikayet ediyordu. Bir sürü oyun yüklü akıllı telefonuyla onu oynatmıyormuş.
Giyinip dışarı çıkmalıydım çünkü okulda işlerim vardı. Ne olduğundan emin değilim, sınav falandır, artık ilgilenmiyorum bunlarla. Evde boş boş yatıp tavanı seyrederken telefon çaldı. Telefonum uzun zamandır çalmıyordu. Arayan Yağmurdu, kitapçıdaki kız. Ufak bir kitapçıydı. Tek bir eleman müşterilerle ilgileniyor, dükkanın sahibi olan Yağmur ise kasada duruyordu. Bir iş yeri telefonları yoktu, kendi cep telefonundan aramıştı. Bunlardan daha sonra bahsedeceğim, kitabım gelmişti ve almak için rahatımı bozup giyinmeyi ve dışarı çıkmayı göze aldım. Altıma bir kot pantolon giydim, üstüme ise siyah bir gömlek. Gömlek giydiğim zaman kendimi çok önemli bir insan gibi hissediyorum, fakat gerçek şu ki çok önemli bir insan değilim. Ama bu iş önemliydi, o kitapçıda kendime ait bir şeyler buldum. Belki çalan müzikler, belki duvarlardaki süslemeler, belki Yağmur. Orası beni kendine çekiyordu. Dar ve taşlı yollardan geçip Plüton'a vardım. Tam ortamın güzelliğine kapılıp birkaç saniyeliğine gözlerimi kapayacaktım ki kıvırcık top sakallı geldi. Ona açıklama yapmadan kasaya ilerledim ve Yağmuru gördüm. İnsanlar çekinik özellikleri çekici bulurlar, sarı saç, mavi göz gibi. Yağmurda bunların hiç biri yoktu. Kısa siyah saçları, beyaz bir teni, kahverengi gözleri vardı. Günlük nikotin ihtiyacını karşılayabileceğin kadar kahve gözler. Boyu uzun değildi, kısa da sayılmazdı. Ortalama öğeleri kendisinde toparlayıp en üst seviyeye çıkarmıştı sanki, güzel bir kadındı Yağmur. Kitabı aldıktan sonra teşekkür ettim, konuşmayı devam ettirmek istedim fakat ortada bir konuşma yoktu her müşteriyle girdiği sıradan bir diyalogdu bu. Uzun zaman sonra ilk defa bir konuşmayı devam ettirmek,hatta bir konuşma başlatmak istiyordum. Yapamadım. Kendime mahçup bir sırıtmayla çıktım dükkandan, taş yollarda gördüğüm çöpleri tekmeleyerek yolun kenarına atıyordum. Bir kozalak gördüm, onu tekmeleye tekmeleye yanımda götürdüm. Eve gitmektense amcamın meyhanesine gidip biraz çalışmayı tercih ettim, biraz para kazanırsam biraz daha kitap alabilirdim. Amcamı arayıp geldiğimi söyledim, akşam saatleriydi bu sırada. Ben nereden bileyim amcamın ben geliyorum dediğim için elemanlarından birine izin verdiğini o akşamlık. Ben kozalağı tekmeleye tekmeleye yürüyerek 2 saatte falan gittim amcamın yanına. Geç kalışım amcamı sinirlendirmiş olacak ki o kozalağı bana sokmaktan falan bahsetti. Sonra biraz daha bağırdı. Bir ara paranın öneminden bahsetti. Dediklerini dinlemiyordum ama haklı sayılırdı kendi açısından. Daha sonra konu babamın ne kadar çalışkan bir adam olduğuna ve benim onunla ne kadar alakasız olduğuma geldi. Haliyle sinirlenip cevap verdim, o da verdi. Ufak bir fırça bir kavgaya doğru gidiyordu ve diyalog zirve noktasına ulaştı. "Siktir git buradan pezevenk seni..." diye başlayan cümlenin devamını dinlemeden çıktım mekandan, çıkarken tezgahtaki rakılardan birini de aldım sinirle. Bu esnada o kasadaydı, benden 3-5 metre uzakta. Eğer vuruş mesafemde olsaydı vururdum, belki de önce o vururdu bilemem. Ama o 3-5 metre uzaklık ikimizin de sinirini dizginlemesine yaramıştı buna eminim. Elimde rakıyla sokakta boş boş geziyordum ve hala kozalağı tekmeliyordum. Sahilde bir duvar kenarına çöktüm. Kozalağa baktım, "Götüne girsin kozalak." Diyip şişeyi açtım. Sek içtim, kustum, bir daha içtim, sonra biraz daha. Şişenin bitimine doğru elim telefona gitti, babaannem aramıştı. 8 kez. Bu halde onu arayamazdım, bu halde arayabileceğim birini aramaya ihtiyacım vardı. Yağmuru aradım, daha adımı bile bilmeyen Yağmuru. Ben bir şeyler söyledim, o bir şeyler söyledi, sonrasında tek bildiğim ömrümün geri kalanını bu konuşmanın ortasında geçirmek istediğimdi. Sarhoş olmama rağmen düzgün konuşabilmiştim sanırım, yani küfredip kapatmadığına göre muhtemelen öyle olmuştu. Konuşmaya dair hatırladığım tek şey kapatmadan önce söylediğim son cümleydi. "Sevgiye ihtiyacım var." Demiştim. Sevgiye ihtiyacımız var.
