Arkadaşlar merhaba hikayemin ikinci bölümünü çok ara vermeden yayınlamak istedim.
İyi hafta sonları herkese :)
------------------------
"Tuğçe hanım bir misafiriniz var"
"Benim mi?"
Elindeki kitabı masasının üzerine bırakan Tuğçe "kim" diye sordu. Yardımcıları Zeynep hanım "gelen Fırat Bey efendim." Fırat'la babasının iş ilişkilerinden başka bir samimiyetleri yoktu. Babasıyla her zaman görüşseler de ilk kez Tuğçe ile görüşmek istemişti. Ne zaman Fırat'ı düşünse yüreği hep gümbür gümbür çarpardı. Koskoca İstanbul'da onunla yarışacak başka bir erkek düşünemiyordu. Onu ilk gördüğünde on dört yaşındaydı. Fırat'ın babası Kadir beyle birlikte Tuğçe'nin babası İhsan Bey ortak iş yürütüyorlardı. Bir gün yine görüşme için Kadir bey eve geldiğinde yanında oğlu Fırat'ta vardı. Fırat yirmi üç yaşında genç yakışıklı bir delikanlıydı. Onun gibi olağanüstü bir adama on dört yaşında tutulmuş olmak Tuğçe için talihsizlikti.
Fırat'ı o günden sonra hep basından takip etmiş onun gittiği toplantılara, partilere katılmıştı. Ancak kendisi o kadar sönük kalıyordu ki Fırat'ın Tuğçe'nin orada olduğunu bildiğini bile zannetmiyordu. Yine bir gün bir partide onu başka kadınlarla gönül eğlendirirken izlediğinde hayallere dalmış bir gün onunla evleneceğini bir kız bir erkek çocuklarının olacağını hayal ediyordu. Belki de ikiz olurdu çocukları! Hayaller onları birbirleri için yaratılmış olduğuna inandırıyordu. Ancak Tuğçe için tek sorun Fırat'ın farkına varamamış olmasıydı. Aralarında dokuz yaş fark vardı. Fırat genelde kendinden yaşça büyük ya da yaşıt kadınlarla ilişki yaşıyordu. Sanki aralarında yüz yaş fark varmış gibi davranıyordu. Ona karşı onu her gördüğünde "naber çocuk?" diye takılması da cabasıydı.
Pencerenin önündeki küçük fiskos masasının önündeki rahat koltuğunda otururken hafif esen meltemle ürperdiği gibi, şimdi de içinde kötü bir şeyler olacak hissine kapılarak tüyleri diken diken oldu. Kitaplarıyla anlaşabiliyordu. İstediği duyguyu onlardan alıyor, keyfince düşünüyor odasında kendine ait bir dünya kurmuşçasına istediği gibi davranıyordu. Ancak iş gerçek hayata gelince Tuğçe çok çekingen çok tecrübesizdi. Kendini güzel bulmuyordu. Çok zayıftı hatları oturmamıştı. Erkeklerin hala onu erkek çocuğu gibi gördüklerine yemin edebilirdi.
"Babamın ofisinde mi?" diye sordu ve Zeynep hanım başıyla onay verdi.
Üzerinde aşağı doğru bollaşan diz boylarında a kesim volanlı yeşil bir elbise vardı. Bu elbiseler onun yaşını on beş on altı gibi gösterse de tercihi hep bu yönde olmuştu. Bir an aynaya bakarak odadan çıkmak istese de Fırat onu gördüğünde nasılsa yine çocuk diye seslenecekti." Tuğçe yüzüne üzgün bir gülümseme kondurarak odadan çıktı ve aşağı kata ofise doğru yol aldı. Kalbinin küt küt sesiyle huzuru kaçan Tuğçe titrek derin bir nefes alarak merdivenlerden indi.
Fırat babasının geniş ofisinde elleri cebinde, odanın içini büyük bir nükleer patlamaya bile sebep olabilecek bir enerjiyle doldurmuş, pencere tarafına geçmiş dışarıyı izliyordu. Oda geniş olmasına rağmen kapıdan içeri girdiği andan itibaren, burası sanki küçük bir kafesmişçesine nefes alamaz hale gelmişti.
Bedenine tam oturan siyah İtalyan kesim bedenine göre yapılmış mükemmelliğin simgesi bir takım elbise giymişti. Saçları gece kadar siyah bakışları kömürden yontulmuş gece gibi bakıyordu. Tuğçe küçük bir tebessümle adama "Merhaba Fırat Bey benimle görüşmek istemişsiniz" deyiverdi. Adamın kadına bakışlarından bir alay geçti. O çokbilmiş bakışlarını kadına çevirerek sanki karşısında küçük bir oğlan çocuğu varmışçasına "Bana Fırat diye seslenebilirsin" dedi.
Kadın ellerini birbirine kenetlemiş vaziyette sanki bu ofis babasının değilmiş te Fırat'ınmış, kendisi misafirmiş gibi geriye doğru bir adım çekilirken başını yere doğru eğmişti.
"Şeyy bir şey ikram etmemi arzu eder misiniz?" Salak aptal kız bu nasıl soruydu böyle sen onun kölesi misin ki bu adamın getir götür işlerini yapasın olmadı bir de besle onu aptal aptal diye kendine kızmaya başlamıştı bile Tuğçe. Adam hafif bir tebessümle "teşekkür ederim ancak konuşmamız gerek" dedi. Biliyorsun babam öldüğünden beri işleri ben yürütüyorum. Ve babanla ortaklığımız devam ediyor. Ancak biliyorsun baban çok yaşlandı ve senin de eğitim hala bitmedi. Duydum ki bu sene İtalya'ya gidiyormuşsun. Daha hayat senin için yeni başlıyor ancak baban için durum öyle değil. İhsan Bey işleri devretme aşamasında ve senin de bildiğin üzere bütün mal varlığı sana kalacak.
Tuğçe dikkatle adamın ne demeye çalıştığını bulmaya çalışıyordu. Neden bu adam babasını kıza anlatıyordu ki. Bu sene İtalya'ya lisans eğitimini almak amacıyla gidecekti. Dört yıllık işletme eğitimini orada tamamlayıp işlerin başına geçmeyi planlıyordu.
"Diyeceğim odur ki seni bu akşam babanın da izniyle yemeğe çıkartacağım ve bu konuşmaya orada devam edeceğiz." "Ne, ne yemeği, beni mi?" "Sanırım seni çok şaşırttım çocuk." Tuğçe çocuk sözünü duyduğunda gözleri dolmuş ne diyeceğini bilemez halde adama bakıyordu.
"Neden beni yemeğe davet ediyorsunuz ki? Siz benimle konuşmazsınız bile. Bu da nereden çıktı şimdi." Yakışıklı adam kıza bakara adi bir gülümseme gönderdi. "Merak etme küçük kız bir iş yemeği olacak bu. Seni akşam sekizde alırım." Kadın bir taraftan aşağılanma duygusuyla kıvranırken bir taraftan da içi içine sığmıyordu. Sonunda sevdiği adamla birlikte bir şeyler yapabilecekti.
"Gerek yok ben gelebilirim" dedi Tuğçe. " İyi sen bilirsin ancak babana da tek başına gitmek istediğini benim almamı istemediğini söylersin" derken kapıya yaklaşmış ve açmak için elini altın sarısı kapı kulbuna yönlendirmişti. Kadına omzunun üzerinden küçük bir bakış atarak "Görüşmek üzere" dedi. Tuğçe adamın arkasından ağzı açık bakakalmıştı. "Ayı ne olacak, hayvan bir de centilmenim diye geçinirler, eşekler tepsin seni iyi sen bilirsinmiş, pabucumun maçosu"
Tuğçe odasına hazırlanmak için çıktığında gardırobunun başına geçti. Madem bu bir iş yemeği olacaktı daha ciddi bir kıyafet mi seçmeliydi. Emin olamadı. Tuğçe birkaç kıyafetine baktığında onlarla gitmekte çok gönülsüzdü. Ancak onu çocuk gibi görmesinden de bıkmıştı. Biraz cazibeli olmaya, kadın gibi giyinmeye ihtiyacı vardı. Her kadının gardırobunda bulunan küçük siyah elbiselerinden birini çıkardı. Üzerine geçirdiğinde neredeyse ağlayacaktı. Elbise üzerinde dümdüz duruyordu. Ne bel oyuntusu, ne göğüsleri ne de kalçası vardı. Çok zayıftı elbiseler sopa etrafına kumaş sarmışsın gibi duruyordu. Onun yerine her zamanki tercih ettiği A kesim elbiselerden birini üzerine geçirdi. Beş santim topuklu sindrella ayakkabılarını ayağına geçirdi. Saçını topladı az biraz da makyaj yaptı. Tamam artık hazırdı.
Saat 19:30 olmuştu ancak hala nereye gideceğine dair bir haber gelmemişti. Onu aramayı dahi düşündü ancak telefon numarasını almamıştı. Babasından da istemekten çekiniyordu. Kapının önünden gelen seslerle gelenin Zeynep hanım olduğunu anladı.
"Tuğçe Hanım sizi bekleyen bir araç var dışarıda Fırat Bey'in gönderdiğini iletmemi istediler." Tuğçe kapıdan çıkıp arabaya gidene kadar nefesi kesilmiş yanakları kızarmıştı. Oraya varmadan kendini toparlamalıydı ancak kendine hakim olamıyordu.
Restauranta vardıklarında biraz sabırsız biraz da kuşkuluydu. Onu gördüğünde kalbi tekledi Tuğçe'nin. Dünyada bu kadar güzel bir adam olamazdı.
Adam onu görmemiş yanındaki garson kadınla flörtleşiyordu. Kadının vücudu taş gibi bir sarışındı. Aptal adam onun geleceğini bildiği halde hala başka kadınlarla flörtleşiyor yüz veriyordu. Tuğçe bu manzara karşısında ağlamamak için kendini zor tutuyordu. "Merhaba" diyerek masaya vardığında hem garsonun hem de Fırat'ın ilgisi ona dönmüştü. "Hoş geldin" dedi soğuk bir sesle. "Sen de şarap alır mısın biz de tam şarabı seçiyorduk" dedi.
Garson Tuğçe'ye küçümser bir bakış atarak kardeşiniz için daha hafif bir şarap tavsiye edebilirim isterseniz" dedi. Tuğçe "Ben onun kardeşi değilim" diyerek çığlık attı bir an....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENİN HAKKINDA HER ŞEY(ASKIDA)
RomanceTuğçe on dört yaşındayken hayatının aşkını bulduğuna inanmıştı. Dokuz yıl sonra ise bu adamdan ölümüne nefret etmeye başlamıştı. Artık bu sefer ki duyguları gelip geçici, çocukça değildi. Ne var ki kalp söz dinlemiyordu. Not: +18 içerik