Bölüm 1

32K 41 7
                                    

Karlı bir sabah her zamanki gibi erkenden uyanıp duş aldıktan sonra kahvaltımı yaptım ve evden çıktım. Kulaklığımı takıp metroya doğru yürürken bir yandan da Tunç ile konuşuyordum. Tunç benim erkek arkadaşım. 7 aylık bir ilişkimiz var. Sık sık kavga etsek bile Tunç'u çok seviyorum. Her zamanki sıradan günümü yaşıyordum yine. Metrodan inip şirket binasına kadar yürüdüm. Asansöre binip üçüncü kata bastım. Koridorun sonunda sağdaki küçük oda benimdi. Küçük ne kelime, kiler bile bu odadan daha geniştir o derece. Ah, bu arada ben Birkan. 27 yaşındayım ve 6 yıldır Ankara'da yaşıyorum. Ankara Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olduktan hemen sonra bir süreliğine Ankara'da İngilizce tercümanlık yaptım. Aslında en büyük hayalim akademik kariyer yapmaktı, gerçi üniversitede okuyan herkes aklından en az bir kere geçirmiştir bunu fakat ben liseden beri düşünüyordum. Ne yazık ki olmadı. Tekrar sınavlara hazırlanmayı düşünüyorum ama vakit olmuyor. Hayatımı tam anlamıyla yerine oturttum denemez çünkü çok sık iş değiştirmek zorunda kaldım. Bu 2 yılda 9'uncu iş yerim. Umarım burası son olur. Neyse. Masanın başına geçtim, bilgisayarı açtım ve bir kahve istedim. Bugün çevirmem gereken belgeler azdı. Bu yüzden Tunç'un evine gidip ona bir sürpriz yapmayı düşünüyorum. Mutfakta çok iyiyimdir. Bir yandan acaba ne yemek yapsam diye düşünürken diğer yandan da metni çeviriyordum. Bitirdikten sonra tekrar göz attım. Her şey tamam gibi duruyordu. Bilgisayarı kapattım ve hazırlandım. Bu işimin en çok sevdiğim kısmı da mesai saati dediğimiz olayın olmaması. İlk defa burada karşılaştığım bir durum. O günlük işleri bitir sonra da çık. Aslında verdikleri iş genelde normal mesai saatlerine denk düşmesine rağmen bazı nadir anlar olabiliyor. Odanın kapısını kapatıp yürürken bir erkek sesi "Hey küçük, bir bakar mısın?" diye seslendi. Acaba bana mı dedi diye düşündüm. Aslında bakıp bakmamak konusunda tereddütlerim vardı. Çünkü bana küçük demesine sinir olmuştum. Sensin küçük diye içimden söylenerek arkamı döndüğümde ortalama 1.90 boyunda bir adam vardı karşımda. Sonra tekrar içimden asıl küçük sensin Birkan diye geçirdim. Çünkü ben 1.68'dim. "Bana mı seslendiniz küçük diyerek" diye sordum. Ses tonum sinirli değil korkak çıkmıştı. Bir türlü tam istediğim tonda konuşamamaktan nefret ediyorum.

"Evet sana seslendim. Arkadan çok küçük görünüyordun. Önden de değişen bir şey yok. Neyse, bana bir kahve getir." Dedi.

"Pardon? Eğer kahve istiyorsanız açın telefonunuzu isteyin kahvenizi. O işin sorumlusu ben değilim."

"O kadarının farkındayım. Ama ben senden istiyorum demek ki. Şimdi o parlak fikirlerini kahveyi dökmeden getirmek için kullan."

"Pardon ama siz kendinizi ne sanıyorsunuz tam olarak? Patron falan mı?"

"Demek tanıyorsun beni. Çok sevindim."

"Ne? Ci- Ciddi misiniz?"

"Evet. Kahve konusunda da ciddiydim ama ciddiye alınmadım. Adın neydi senin? Hangi departmandasın?"

"Birkan Alptekin. Çeviri departmanındayım. İsterseniz çıkış işlemlerimi yaptırabilirsiniz. Bu ilk işim değil. Son işim de olmaz. Ama kahveyi getireceğim." Dedim. Aslında işten çıkarılmak en son istediğim şeydi. Tam olarak neden böyle bir atar yaptığım hakkında da hiçbir fikrim yok. Normalde sesini çıkartmayan ben şimdi patrona bağırıyorum falan. Allah benim cezamı versin.

"O iş kolay. Ama istemiyorum. Sen kahveyi getir, konuşacaklarım var seninle. Odam en üst katta." Dedi ve asansöre binip gitti.

"Hey Allah'ım ben ne yaptım! Salak Birkan. Adam patron olmasa kaç yazar? Bacak kadar boyunla dev gibi adama bağırıyorsun. Eğer patron olmasaydı bu kadar söylenmeme bir yığın dayak yemiş oturuyor olurdun bir köşede. Hatta belki haşatın çıkar seni hastaneye sevk ederlerdi." Diyerek bir yandan kendime kızıyor diğer yandan da "Acaba ne konuşacak benimle" diye düşünüyordum. Çayhaneye indiğimde kimse yoktu. Ben de kendim hazırlayıp yukarı çıktım. Bu şirkette 1 aydır çalışıyorum ama kendi katım dışında hiçbir kata çıkmamıştım. Bu ilk olacaktı. Zaten katların birbirinden farkı yoktu. Bu kat hariç. Normalde diğer katlarda yan yana bulunan birçok oda vardı. Bu katta ise sadece üç tane geniş kapılı oda vardı. Acaba hangisi bu ukalanın odası diye düşündüm. Sonra gerçekten fazlasıyla parlak çalışan beynim adamın patron olduğunu hatırladı. Ortadaki kapının yanında Güz Emiroğlu yazıyordu. Umarım bu odadır da rezil olmam diye umut ederek kapıyı tıklatıp içeri girdim. Oda benim evimin neredeyse tamamı kadar vardı. Allah'a şükür doğru odaya gelmiştim. Masasına doğru yaklaşıp "Kahvenizi getirdim, buyurun." Dedim.

"Ah! Doğru ya senden kahve istemiştim. Tamamen aklımdan çıkmış. Bak benim odamda kahve makinesi var. Ben hazırladım kendime çok üzgünüm."

"Neyse. Bende aşağı bırakayım o zaman bu bardağı. Şimdi müsaadenizle benim gitmem gerekiyor."

"Zahmet olacak. Bugün bana karşı gösterdiğin güler yüz için çok mutlu oldum. Teşekkür ederim."

"İyi günler Güz Bey."

"İyi günler Birkan." Dedi ve ben odadan çıktım.

"Geri zekalı. Unutmuşmuş. Kendime oynayacak birilerini arıyorum desene sen şuna. Aptal!" diye söylendim. O kadar sinirliydim ki elimdeki kupayı çöpe attım ve asansöre binip şirketten çıktım. Derin derin nefes alıp verdim. Biraz kendimi yatıştırdıktan sonra metroya binip Tunç'un evine doğru gitmeye başladım. "Sakin ol Birkan, bak bugün iyi geçecek. Sevgilinle birlikte bir akşam yemeği yiyeceksin. Bunlara odaklan ve o akılsızı düşünme." Diyerek kendimi telkin ederken ineceğim durağa geldiğimi fark edip metrodan indim ve yürümeye başladım. Evinin anahtarı bende vardı. Kapıyı açıp içeri girdiğimde içeriden sesler geliyordu. Biraz korkmuştum. Salona hafifçe kafamı uzatıp televizyona baktım ama o da açık değildi. Zaten biraz dikkatli dinlediğimde ses Tunç'un odasından geliyordu. Korka korka odasına doğru gittim ve kapıyı açtım...


Sonradan Aşk (Gay Hikaye)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin