{1}

79 15 4
                                    

MULTIMEDYA→ ANIL :)
Kolumda hissettiğim ve daha da artan acıyla yüzümü buruşturdum. Bir kadın pazardan bu kadar alış-verişi nasıl yapabiliyordu?
"Anne yeter artık pazarı mı satın alacaksın? Kollarım ağrıyor," diyerek elimdekileri hafif kaldırarak gösterdim.
"Sus kız! Kafamı şişirdin iki saattir. Ben de yoruldum çıkarız işte birazdan!" Gözlerimi büyüterek elimdeki poşete baktım. Kadının yeşillikle kolları ağrıyordu ya! Öfleyerek ayaklarımı yere vura vura arkasından ilerledim.
"Biberin kilosu ne kadar genç?" Diyen anneme göz devirip etrafıma bakınmaya başladım. Bu aldığı dördüncü çeşit biberdi.
Annemin sesiyle etrafımı incelemeyi bırakıp ona döndüm.
"Al kız şunu! Ayla al şunu kolum ağrıyor benim," uzattığı yeşillik ve biber poşetini elime alıp derin bir nefes bıraktım.
"Hay allahım ya! Öf!"
"Anneye öf denmez. Anneye öf denmez Ayla," Sanki küçük çocuğa cıs'ı öğreten biri gibi konuşan annemi takmayıp tekrar kuyruk gibi arkasından ilerledim. Daha iki metre yürümeden tekrar durdu annem.
"Anne yeter ar-" Şeftalileri görmemle çenemi kapadım. Annem de bana 'şeftaliyi gördün sus tabi' bakışları atıyordu. O bakış nasıl demeyin bende daha bugünlerde çözdüm. Satıcıdan aldığı poşeti düğümleyerek onu da elime tutuşturdu. Ben boşuna Fitness'a para vermiyorum beyler bayanlar. Annenizle pazara gidin hormonlulardan farksız kasınız, pazunuz olur. Ayla Meraklı garantisi! Tam adımımı atacağım sırada kaygan bir şeye basmamla ayağım kaydı ve poşetler bir yana ben arkaya uçtum. Tam düşecek iken birinin tutmasıyla popom yerle buluşmadı. Gözlerimi açıp beni tutan kişiye baktım. Çekik gözlü esmer bir çocuktu. Eğer her düştüğümde beni böyle çocuklar tutacaksa ben yoluma muz kabuğu koyardım! Yavaşça doğrulup eğildim ve yerdeki poşetleri toplamaya başladım. Gerçi çoğu yırtılmış ve etrafa saçılmıştı. Beni tutan çocuk da eğilip bana yardım etmeye başladı. Kuratarabildiklerimi toplayıp ayağa kalkınca çocuk da benimle birlikte doğrulup elindeki iki poşeti bana verdi.
"Bence küçük bir kızın bu kadar poşet taşıması alışılmışın dışında!" Gülerek söylediği şeye bende gülerek karşılık verdim. İnşallah iltifat etmiştir yoksa iyi rezil olurum yani.
"Kız Ayla! Napıyorsun orada! Çabuk gel. Çabuk haydi çıkıyoruz" Annemin sesini duyunca istifimi bozmadan arkamı döndüm. Anneme sinirli bakışlar atarken elimdeki eksik ve yerdeki meyveleri görünce koşarak yanıma geldi.
"Hiih! Sen düştün mü? Ayla iyi misin kızım? N'oldu ayağın mı kaydı," İnsanı 360 derece döndürürüm böyle.
"İyiyim anne! Alsaydın elimden bir iki poşet görürdüm önümü" dediğimde eski haline geri döndü.
"Dilin uzadı senin! Geveze, hadi çalıştır o ayaklarını da yürü gel peşimden."
Arkamdaki çocuğa dönüp elindeki poşetleri nazikçe aldım. İnsan yakışıklı görünce acayip değişiyor, bunu da şimdi öğrenmiş oldum yani.
"Çok teşekkür ederim" dedim sessizce. Çekici bir şekilde gülümseyerek elindeki poşetleri yavaşça benim elime aktardı. Arkamı dönüp anneme yetişmek için adımlarımı hızlandırdım.
"Rica ederim Aylacığım" diye bağırdığında sırıttım. Aylacığım mı dedi o?
↓↓↓
Annem kapıyı açar açmaz ayağımdaki ayakkabıları fırlatarak eve attım kendimi.
"Abla biraz yavaş olur musun? Ev başımıza yıkılacak!"
"Sus sen sıpa. Kolum koptu zaten!"
"Kardeşinle öyle konuşma Ayla!" Mutfağa giren annemin arkasından gözlerimi devirip ayağımla kapıyı kapattım. Yiğitcan salondan çıkıp 'oh olsun sana' der gibi gözlerini oynattı. Bilmiyorum nasıl yaptı!
"Kordoşonlo oylo konoşmo Oylo," Annem mutfaktan çıkmadan kapının pervazına yaslandı ve ayağındaki terliği çıkarıp tam kafama attı. O nasıl bir nişan almadır ya!
"Anneyle öyle konuşulmaz Ayla!"
"Anne Allah aşkına ben kimle nasıl konuşayım. Bana bir öğretsene!"
"Sus da poşetleri mutfağa getir!" Öfleyerek bütün poşetleri  ellerime eşit bir şekilde dağıtıp soldaki mutfak kapısından geçtim. Salon ve oturma odası birleşik olduğundan -ki biz o oturma odasında sadece yemek yiyorduk- annem rahatına acayip bir şekilde bakabiliyordu. Kadın yemek mi yapıyor, keyfine mi bakıyor belli değil yani! Elimdeki poşetleri yemek masasına bırakıp mutfaktan çıktım. Kapının sağında vestiyer ve tam karşısında da ayna vardı. Bunu yapanın ben! İnsan dışarıdan gelince yüzünün halini görmek istemez bence. Bu hal ne ya! Ev hali diye geçiştirerek bir kaç adım attım ve sola döndüm salon da buradaydı. İçeri girince buz gibi bir hava karşıladı beni.
"Çocuk klima açtın niye haber vermiyorsun?" diyerek kendimi en yakınımdaki koltuğa bıraktım kendimi.
"Şu oyunu kapatır mısın Yiğitcan.  Veya git bilgisayarda oyna. Rahatsız oluyorum!" Öfleyerek oyunu durdurdu ve ara kabloyu televizyondan çekti. Kumandayı elime alarak televizyona geçtim.
"Rihitsiz iliyirim" diyerek taklidimi yaptı kabloları toplarken. Hangi ara ayağıma geçirdiğimi bile bilmediğim terliği tam poposuna attım.
Ovuşturarak bana bakmadan salondan çıktı. Koltuğa uzanıp kanalları gezinmeye başladım. Gerçi öğlen öğlen ne olacaksa! Oflayarak kumandayı sehpanın üzerine koydum. Kolumu gözüme siper ederek gözlerimi kapadım. Ta ki o sesu duyana dek...
"Ayla! Buraya gel. Yemek yapacaksın." Oflayarak yerimden kalkıp buz gibi güzelim salondan çıktım.
"N'oldu anne?"
"Gel sen iki dakika yemeği yap. Ben de evi bi alayım şöyle" diyerek eliyle etrafı işaret etti. Kafamı sallayarak bileğimdeki tokayla saçımı dağınık bir topuz yaptım. Cebimdeki telefonu çıkarıp duvara monte olan rafa koyup ocağın üzerindeki dolaptan tencereyi çıkardım. Sonra tencerelik bir yemek yapamayacağımı anladığımda marifetsizliğime bir kez daha lanet okuyarak tava çıkardım.
İçeriden süpürge sesi gelince yine annemi kaybettiğimizi anladım. Bir şey desek duysa da duymamazlıktan geliyordu. Ayrıca bir kez ayağımı süpürgeye çektirmeye çalıştığı olmuştu! Hatırlamak bile istemiyorum. Telefonumdan Yüksek Sadakat'in Haydi Gel İçelim şarkısını açıp dolaptan sote için malzemeleri çıkarmaya başladım. Her şeyin çıktığından emin olunca dolabın kapağını kapatıp bütün çıkardıklarımı suya tuttum. Şarkının nakarat kısmı gelince bende eşlik ettim.
Haydi gel
-Haydi gel içelim-
Derdini al da gel
-Haydi gel içelim-
Bu evrende bir tozsun, tarih seni unutsun.
Haydi gel içe-
Kafama bir terlik yememle sesim de kesildi.
"Zıkkım iç emi! Ne o öyle gavur şarkısı gibi? Müslümansın kız sen! Dinsiz imansız!" Bana onaylamaz bakışlar atan anneme ben de en garip bakışımla bakıyordum. Hayır, nereden duydu ki?
"Tamam anne ya kapatıyorum." diyerek sinirle durdurma tuşuna bastım. Zafer kazanmışçasına gülümseyip tekrar çalıştırdı süpürgeyi.
"Anne bu şarkı nasıl?" diyerek Samanyolu'ndaki Beşinci Boyut'un fon müziğini açtım.
"Hah böyle şarkı dinle işte!" deyince gözlerimi devirdim.
"Hem kız nereden buldun bunu ya! Bana vapsaptan atsana." Cebinden telefonunu çıkarıp bana uzattı.
"Hay Allah'ım ya! Anne WhatsApp o." Diyerek kafamı yuları kaldırdım. Telefonla kafama vurup tekrar işine döndü. Gülerek şarkıyı kapattım ve bende yemeğimi yapmaya döndüm.
↓↓↓
Yemeği yedikten sonra her zaman ki gibi ben bütün işi yapmıştım. Babam biraz önce işten gelmişti ve direk yatağıma postalamıştı. Şuan yatağın içinde bir o tarafa bir bu tarafa dönüp duruyordum. En nihayetinde rahat bir pozisyon bulup uykunun kollarına kendimi bıraktım. Yarın okul var sonuçta! Erken yatalım değil mi çocuklar(!)...
↓↓↓
ARKADAŞLAR İLK BÖLÜMDÜ BU. NEDİR GÖRÜŞLERİNİZ BİLMEK İSTERİM. OY VE YORUMLARINIZI EKSİK ETMEYİN LÜTFEN...

Eski FotoğrafHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin