İstanbul'da sabah olmuştu. Güneş bu sefer cesur görünüyordu. Bulutların arkasında saklanmak yerine kendini göstermeyi tercih etmişti.
Asya gözlerini kırpıştırarak açtı. Güneş, bu kadar güçlü bir aydınlığa karşı savunmasız olan gözleriyle buluşurken, bugün çok daha iyi hissediyor oluşu karşısında gülümsedi. Uyku her zaman güvenli bir sığınaktı.Beyaz ve yumuşak yorganını üstünden sıyırıp, ayağa kalktı. Aynada kendi görüntüsüyle gözleri buluştuğunda şaşırmıştı. Elmacık kemikleri hafif pembe bir renk almış, teni biraz daha parlak ve sağlıklı görünüyordu.
Terliklerini giyip aşağıya inmeye karar verdi. Saat çoktan on bir olmuştu ve annesinin en çok kızdığı şey, düzensiz beslenmeydi. Ona göre kahvaltı en geç saat dokuzda yapılmalı, kahvaltı öncesindeyse mutlaka yürüyüş yer almalıydı. Fakat Asya, bunlara hiç aldırmıyorken, annesinin ısrarları bir yerden sonra son bulmuştu.
Asya, annesini aşağıda bulamamıştı. Mutfakta Caroline- Asya'nın asla kabul etmek istemediği İngiliz hizmetçileriydi- vardı. Asya, o görmeden gözlerini devirdi.
"Asya Hanım, günaydın. Kahvaltınız hazır. Handan Hanım bir arkadaşıyla buluşmak için dışarı çıktılar."
Ağır İngiliz aksanı, Asya'yı her seferinde güldürüyordu. Bu yapmacık, sarışın kadın hiç samimi gelmemişti ona.
"Kahvaltı istemiyorum. Bana bir fincan rezene çayı versen yeter." Asya'nın bu davranışını annesi görse, asla kahvaltıyı atlamasına izin vermezdi. Düzenli hayat, düzenli yemek, düzenli ilişkiler... Ah, çok önemliydi.
Caroline şaşırmıştı fakat bir yorumda bulunmamıştı. Asya oturma odasına çıkarken tekrar seslendi.
"Ve yanına bir tabak gevrek getirir misin? Ben oturma odasındayım."
Caroline yine cevap vermemişti.
Asya, kendi stilini yansıtabildiği tek odada kendini ruhen daha güçlü hissediyordu. Bu odayı annesinden izin almadan döşemişti ve annesi her zamanki gibi Asya'yı cezalandırmıştı. Ama bu odaya dokunmamış, yeniden tasarlamamıştı. Belki de annesinin de içine hapsettiği 'pamuk gibi' bir kalbi vardı. Ya da sadece uğraşmak istememişti.
Asya, en sevdiği kitap okuma köşesine yöneldi. Sallanan, turkuaz rengi süet bir koltuk, önüne hemen konulmuş, rengarenk bir sehpa ve Asya'nın kitaptan başını her kaldırdığında yeniden aşık olduğu manzarayı gözler önüne seren pencere... Asya tüm ömrünü burada geçirebileceğinden emindi. Pencerenin hemen yanında bulunan büyük bir kitaplık, içinde eski ve yıpranmış kitaplardan oluşturulmuştu. Asya burada bulunan bütün kitapları kendisi seçmişti. Özdemir Asaf, Nazım Hikmet, Ömer Seyfettin'den başlayıp; Kristin Hannah, Jules Verne, Leo Buscaglia'ya kadar onu etkileyen tüm yazarların kitaplarını dizmişti buraya. Burası onun saklı cennetiydi.
Koltuğa oturup gözlerini kapatmaya karar verdiği sırada kapı çaldı.
"Asya Hanım, çayınızı getirdim."
"Girebilirsin." Caroline, elinde gümüş bir tepsiyle içeri girdi ve çay ile sütlü gevreğini Asya'nın önüne koydu.
Asya'nın gözleri, Caroline'nin tüm hareketlerini bir dedektif gibi takip ediyordu. Aslında bunu sadece biraz eğlenmek için sürdürmüştü.
Caroline kapıdan çıkarken, Asya kısık sesle güldü. Bu kadınla eğlenmeyi çok seviyordu.
Eline aldığı bir kitabı okumaya karar vermişti. Kitabın adına ya da yazarına bakmadan, göz kararı seçmişti bu kitabı. Kitabın ilk sayfasının açtı ve önüne düşen bir kağıt parçası, Asya'nın kitabı elinden bırakmasına neden oldu. Yıpranmış, hafif sarımsı bir renk almış sayfayı, yavaşça açtı. Sayfanın içinde tek bir şey yazıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlığın Prensesi
RomanceGeçmişin yaktığı mutluluğunun küllerini araken, rüzgarın külleri savurmasıyla geçmişe hapsolan bir ruhun çelişki dolu hikayesi...